İran-ABD ekseninden Basra Körfezi

İran ve Amerika arasındaki yaşanan İHA krizi iki ülke arasında Basra Körfezi’nde uzun zamandır yaşanan siyasi eksen çatışmasını 33 yıl sonra bir İran askeri ünitesinin ABD’yi hedef alarak tetiğe basması ile askeri bir mahiyete taşınmış olduğunu söyleyebiliriz.

Bu noktada her ne kadar geçtiğimiz yıl CIA’ya ait bir İHA’nın daha İran semalarında bilgi toplarken düşürülmüş olduğunu biliyor olsak da, bu olayın geçen seneki vakadan ayrılan en önemli özelliğinin görevi ve amacı açık olan ve İran hava sahası ihlalinden uzak olduğu iddia edilen bir Amerikan askeri hava aracının salgırgan amaçlı bir taarruz ile tehdit edilmesi olduğunu söyleyebiliriz. 1 Kasım’da yaşanan olayda İran jetleri 2 adet füze ateşlemiş ancak hedef vurulamamıştı. Olaydan sonra ABD’ye ait MQ-1 Predator markalı İHA’nın Basra Körfezi’nde adı açıklanmayan bir alana güvenlikli olarak iniş yaptığı da notlar arasında bulunuyor.

İran makamları benzer hava sahası ihlalleri yaşanması durumunda tekrar aynı önlemlerin alınacağını açıklamış olsa da Pentagon yetkilileri İran kıyılarından 16 mil açıkta uğradıkları bu saldırının kabul edilemez olduğunu ifade ediyor. İran’ın özellikle Basra Körfezi’nde son yıllarda hem hava hem de kara mevcudiyetini giderek arttırdığını düşünecek olursak da önümüzdeki sürecin bu açılardan benzer olaylara gebe olduğunu ifade edebiliriz.

Nitekim 1 Kasım’daki İHA olayının açıklanmasının hemen akabinde İran tarihinin en büyük hava kuvvetleri tatbikatlarından birinin startını vermişti. Bir nevi askeri kapasite gösterilerine dönüşen tatbikatlerde bir dizi yeni silah ve savunma sistemlerinin de testleri gerçekleştirildi. Bu paralelde dün Suudi Arabistan da Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon’a gönderdiği mektup ile konuyu uluslararası platformlara dolaylı da olsa taşımış oldu. Krallık’tan gönderilen mektupta İran hava ve deniz kuvvetlerine ait askeri ünitelerin Suudi Arabistan’a ait petrol havzalarını ve Basra Körfezi’nde seyreden petrol tankerlerini muhtelif zamanlarda taciz ettiği belirtilerek stratejik plan desteği talep ediliyordu.

ABD ve İran arasında yaşanan bu makro ölçekli gelişmeleri bir tarafa bırakacak olursak dikkatlerimizi diğer önemli gelişmelerin yaşanmakta olduğu Kuveyt ve Bahreyn’e çevirmemiz gerekir.


Kuveyt, Kırılımın Eşiğinde

Kuveyt, Basra Körfezi rejimleri arasında en gelişmiş demokratik süreçlere sahip olan Arap rejimi olma ünvanını taşıyor. Her ne kadar tam demokrasi ile yönetilmiyor olsa da ülkede var olan parlementer kültürün köklü bir temele sahip olduğu söylenebilir. Arap Baharı’nın başlangıcından bu yana geçen neredeyse 20 aylık süreçte Körfez’deki süreçleri genel itibarı ile suhulet içerisinde takip eden ülke halkı Emir Şeyh Sabah el Ahmed el Sabah’ın 1 Ocak’ta yapılacak olan parlamento seçimleri öncesinde yayınladığı bir genelge ile seçim yasasını değiştirmesi üzerine sessizliğini bozdu. Bir çok muhalif lider Emir’in parlemento iradesine başvurmadan aldığı bu kararı sert şekilde eleştirmişti. 29 Ekim tarihinde ise muhalif liderlerden eski milletvekili Musallem el Barrak ile birlikte bir çok milletvekili bu gelişmeler üzerine polis tarafından tutuklanmıştı. Protesto dalgaları bu noktadan sonra çığ gibi büyüyerek yaklaşık 100 bin kişinin katıldığı gösterilere dönüştü. Şimdilik tarafların sabit pozisyonlarını korumaya devam ediyor oluşu tansiyonun henüz düşme eğilimine girmeyeceğinin habercisi niteliğinde. Son olarak dün de Hakim el Mutairi’nin bundan tam 10 yıl önce Emir’i eleştiren bir makalesi sebebiyle ifade vermeye çağrılması buna delil olarak öne sürülebilir.

Kuveyt için yapılabilecek bu kısa özetin ardından genel olarak yaşanan gerilimin taşıdığı iki kritik noktaya dikkat çekebiliriz.

Kuveyt Model Olabilir

İlki, Kuveyt’in protestolarla aynı zaman diliminde 50. yılını görkemli gösterilerle kutladığı ve hatta düzenlenen gösterilerin Guinness Rekorlar Kitabı’na geçmeyi başardığı bu günlerde ülkede geçmişten günümüze geliştirilen demokratik kültürün rejim eliti tarafından basit bir şekilde hiçe sayılması somut ve sınırları aşan bir toplumsal dikkat ve tepki ile karşılanıyor.

Özellikle Bahreyn’de 2011 yılından bu yana yaşanan ve şimdiye dek 50’nin üzerinde insanın hayatını kaybetmesi ile sonuçlanan ayaklanmaların genel profilinin aksine Kuveyt meseleyi şimdilik iç dinamikleri dahilinde tutmayı başarabiliyor. Başka bir ifade ile çoğunluğu Şii olan ve azınlık konumundaki Sünni idareceler tarafından yönetilen Bahreyn denkleminde var olan dış dinamiklerin somut iç müdahele eğilimine Kuveyt’te henüz rastlandığını söyleyemeyiz. Bu nedenle son 1 aylık süreçte yaşananlar Körfez halkları adına önemli bir “eylem modeli” teşkil edebilir.

Bu noktada rejim elitinin muhalefet ile geliştireceği ilişkinin biçimi diğer Körfez ülkelerindeki halklar nezdinde yeni bir kitlesel hareketlenmenin şeklini ve yöntemini belirleyebilir. Bunu tayin edecek en önemli unsur ise rejimin olayları değerlendirdiği güvenlik algısı çerçevesinde yatıyor. Bahreyn’dekine benzer bir yol seçilmesinin her türlü koşulda zararla sonuçlanacağını görebilmek için son Basra Körfezi’nin son 20 ayına göz atmak yeterli olabilir. Daha kesin bir ifade ile henüz protestocular Sabah Ailesi’nin yönetimini genel bir konsensüs ile meşru kabul ettiğini bir ortamda sertlik yalnızca Kuveyt’i değil tüm Körfez’i etkileme kapasitesine sahip bulunuyor.



Bahreyn’de Muhalefet Kontrolünü Kaybediyor

Krizin köklerinin çok daha derinlere ulaştığı Bahreyn’de yaşananlar da aynı şekilde mercek altında bulunduruluyor. Bahreyn’de ilk olarak artan toplumsal gerilim nedeniyle tüm protesto eylemleri yasaklanmıştı. Ardından 5 Kasım’da meydana gelen 5 ayrı patlamada iki Hint asıllı işçi yaşamını yitirmiş ve 90’lardan bu yana görülmeyen bombalı saldırılarla yeniden tanışılmıştı. Olay üzerine muhalefet partisi el Vifak yaptığı açıklamayla kanlı eylemi kınamış ve parti teşkilatının artık kendi unsurlarını kontrol etmekte büyük güçlükler yaşadığını açıklamıştı. Ani olarak yükseltilen güvenlik tedbirleri kapsamında ise paramiliter gruplar özellikle 2011’de yapılan müdahelelerde en çok protestocunun hayatını kaybettiği bölge olan Sitra ve çevresine konuşlandırılmıştı. 9 Kasım’da ise ülkenin önde gelen Şii imamlarından Şeyh İsa Kasım’ın kıldıracağı Cuma namazına katılabilmek için camiiye akın eden Şii halkın erişimi engellenmişti. 16 yaşında bir genç de polis tarafından bu esnada önce göz altına alınmış ardından polisten kurtularak kaçan gence çarpan bir polis aracı nedeniyle yaşamını yitirmişti. Geçtiğimiz Pazar günü gencin cenaze töreninde çıkan olaylarda ise polis göstericilere gaz bombaları kullanarak sert şekilde müdahele etmişti.

Kıskaç Daralıyor

Tüm bu kısa vadeli gelişmelerin sonucunda ise bugün Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) Körfez’in tümünü kapsayan güvenlik kıskacını daha da daraltabilecek bir karara imza attı. Artık KİK bünyesinde bulunan tüm ülkeler protestolarla ortak mücadele kararı alarak tüm güvenlik birimleri arasındaki entegrasyonun çoğaltılmasına karar verdi. Bu karara göre Basra Körfezi’nde bulunan 6 KİK ülkesinden herhangi birinde aranan bir şüphelinin yakalanması için tüm KİK güvenlik örgütleri yetkilendirilecek ve şüpheliler yakalandıkları ülkenin kendi kanunları çerçevesinde yargılanacaklar.

Önümüzdeki günlerde hem ABD-İran hem de KİK ekseninden gelecek haberler işte tam da bu sebeplerle daha da önemle takip edilmelidir.

This entry was posted in TR and tagged by News4Me. Bookmark the permalink.

About News4Me

Globe-informer on Argentinian, Bahraini, Bavarian, Bosnian, Briton, Cantonese, Catalan, Chilean, Congolese, Croat, Ethiopian, Finnish, Flemish, German, Hungarian, Icelandic, Indian, Irish, Israeli, Jordanian, Javanese, Kiwi, Kurd, Kurdish, Malawian, Malay, Malaysian, Mauritian, Mongolian, Mozambican, Nepali, Nigerian, Paki, Palestinian, Papuan, Senegalese, Sicilian, Singaporean, Slovenian, South African, Syrian, Tanzanian, Texan, Tibetan, Ukrainian, Valencian, Venetian, and Venezuelan news

Leave a Reply