HÜLYA ÖZKAN / HABER10
Yazar Merve Şebnem Oruç ile Mısır’da nasıl bu noktaya gelindiğini ve bölgede bundan sonra olabilecek senaryoları konuştuk.
Lübnan’da da durumun tek bir ateşe baktığını ifade eden Oruç, “Lübnan’ın arka kapısı Ürdün’e çıkıyor. Suriye’nin arka kapısı Irak üzerinden Kuveyt ve Bahreyn’e. Hemen ardı Suudi Arabistan… Körfez Monarşileri Arap Baharı’ndan kaçayım derken bölgesel savaşı çağırmış gibi görünüyor.” dedi.
Mısır’da gerçekleşen darbenin iç ve dış nedenleri hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Esasen iç ve dış dinamikler bazı noktalarda birbirinden ayrışsa da, küreselleşen ve küçük bir köye dönen dünyada bu nedenleri birbirinden kolayca ayrıştırmak mümkün değil. Bu sorunuzun ekonomik, siyasal, diplomatik, dini, sosyolojik… onlarca nedeni var. Ancak darbenin ‘fiilen’ gerçekleşebilmiş olmasının nedeni, Mısır’da askeri yani silahlı unsurların siyasal arenadan tasfiye edilmiş, kışlasına hiçbir zaman geri çekilmiş olmaması ve Mısır’daki kolluk güçlerinin Mursi karşıtı protestolar sürecinde görevlerine itaatsizlik etmiş, hatta bu protestoları desteklemiş olması.
ORDU SİVİL SİYASETİN ÖNÜNÜ HEP TIKADI
Mübarek’in devrilmesinden itibaren Mısır’da ordu siyasal arenadan hiç çekilmedi; sivil siyasetin önünü zaten sürekli tıkamakla meşguldü. Seçimler süresinde yapılan çok büyük engellemelere rağmen, halk iradesi yıllarca siyasete katılmaları yasal olarak da engellenmiş olan İhvan-ı Müslimin’i tercih edince, önce bürokratik engellerle iş yaptırmama, ardından da silah zoruyla indirme yolunu tercih ettiler.
Tabi burada Mısır Ordusu’nu tek başına hareket ediyor diye düşünmek hatalı olur. Batı’dan maddi ve lojistik destek alan, bizdeki OYAK’tan da hallice, yıllardır Mısır ekonomisinin içerisinde önemli bir oyun kurucu olduğunu unutmamalı. Askerin yerel müttefiki olan Mübarek rejiminin tiranları da, bölgesel ve küresel müttefikleri de, ortak çıkarları uğruna bu darbeyi destekledi ve gerçekleştirdi; şimdi yeni düzenin olgunlaşması için ellerinden gelen her türlü katkıyı veriyorlar.
Küresel dengeler bağlamında düşünürsek, ABD ve Avrupa’daki birtakım ülkelerin de Mısır’daki darbe üzerinde desteklerinin olduğu söylenebilir mi?
ABD ve Avrupa gibi tanımlamaların artık yetersiz kaldığını düşünüyorum. Çünkü bir ABD, bir Avrupa yok. Bunun yerine Batı’yı genel olarak ‘Neocon’lar, ‘Neonazi’ler ve ‘Demokrat’lar gibi ifadeleri tercih edersek muğlâklıktan kurtulur ve daha doğru bir tanımlama yapmış oluruz. Çünkü bu muğlaklık, perdenin ardına saklanarak kendilerini yokmuş gibi göstermeye çalışanların en çok istediği şey.
Mısır’da darbenin hemen ertesi günü Neocon kalemlerin ‘Obama artık Orta Doğu’da tek başına siyaset belirleyemeyeceği anlamıştır” türü yazılarına dikkat etmek gerekiyor. Yani direkt ABD’yi, direkt Obama’yı hedefe koymak doğru olmuyor. Nasıl ki, Türkiye’de sadece Ak Parti’nin temsil ettiği çizgi yoksa hiçbir ülkede de durum böyle değil. Hele ki holdinglerin, think-tank’lerin bu denli ‘sınırsız’ olduğu, ‘açık toplum’un bu kadar enternasyonel olduğu bir çağda…
NEOCON DEMEK BBC DEMEK CNN DEMEK…
Peki bu Neocon’lar kimler? George Bush gibi Cumhuriyetçiler mi?
Tam olarak değil. Necon’lar Bush döneminden sonra Yahudi-Evangelist ittifakının aldığı yeni isim. İsrail’in kuran Balfour Deklarasyonu’nun, Osmanlı’yı parçalayan Sykes-Picot Anlaşması’nın mimarlarının ideolojik devamı. Yani Neocon demek İsrail demek. Neocon’lar dünyayı finans, enerji ve telekomünikasyon piyasalarını ellerinde tutarak yönetmeye çalışan siyaset üstü kişiler. Yani Neocon demek Wall Street demek, Neocon demek Teksas demek, Neocon demek BBC demek CNN demek. Neonaziler diye tanımlamakta çok da sakınca görmediğim yapının da enerji, telekomünikasyon ve finans piyasalarındaki çıkarları doğrultusunda Neoconlarla işbirliği yaptığı su götürmez bir gerçek. Nasıl Deutsche Bank’ı Wall Street’ten ayrıştırmak mümkün değilse, bu grupların ortak çıkarları söz konusu olduğunda farklı pozisyon alacaklarını düşünmek mümkün değil.
AMAÇ: SİNA’NIN KONTROLÜNÜ KAYBETMEMEK
Süveyş Kanalı’nın, Sina Yarımadası’nın kontrolünü kaybetmemek, Arap Baharı’nı kendi tabirleriyle ‘rayına oturtmak’, İsrail’in güvenliğini garanti altına almak, MENA Bölgesindeki petrol ve doğal gaz kaynaklarının müttefiklerinden halkın tercih ettiklerine geçmemesini sağlamak vb sebeplerle elbette ki Mısır’daki darbe üzerinde, bu ittifakların etkileri var. Olmadığını düşünmek bu coğrafyada yüz yıldır yaşananlardan bihaber olmak, dünyayı tarihsel çizgisinden koparmak anlamına gelir.
OBAMA’YA YÖNELTİLMİŞ EN BÜYÜK SİLAH…
Tüm bunlar olurken, demokratların elini kolunu bağlayan neydi?
Elbette Edward Snowden. Liberallerin zaaflarıyla oynayan, sosyalistlere soğuk savaş dönemini anımsatan ve Obama yönetiminin tüm müttefikleriyle ters düşmesine neden olacak istihbarat sırları, şu anda Obama’ya yöneltilmiş en büyük silah. Bush döneminden kalma kişiler ve bağlantılı isimlerle ağzına kadar tıka basa dolu olan NSA’in sırlarını ifşa etme tehdidiyle, Obama yönetimini köşeye sıkıştırmış olan Neoconların Demokratların ellerini kollarını bağlamış olduğunu görmek gerekiyor.
Körfez Ülkelerinden gelen açıklamalar da dikkat çekici. Bazıları sessiz bazıları ise darbeyi destekledi. Arap Baharı treninin kendilerine uğrama riskinden dolayı mı böyle bir tutum sergilediler?
Körfez Ülkeleri’nin darbeyi desteklemeleri bölge siyaseti açısından anlaşılabilir bir durum. Arap Baharı’nın eninde sonunda kendi ülkelerine de sıçrayacağı realitesiyle karşı karşıya kalınca bu ülkelerin önlem almaya çalışmaları, çıkarlarını koruma refleksi açısından normal.
KÖRFEZ MONARŞİLERİ AMERİKAN ÜSSÜNE DÖNMÜŞ VAZİYETTE
Ancak tek neden bu değil. Bu ülkeler Batı’nın yıllardır askeri müttefiki. Körfez Monarşileri zaten Batı’yla İran karşıtı ittifakları nedeniyle Amerikan üssüne dönmüş vaziyette. Öte taraftan çok büyük bir de ticari işbirliği var. Kabaca ifade edersek, Batı Orta Doğu petrolüne muhtaç…
Hem Körfez Ülkelerindeki taht sahiplerinin bölge politikalarını belirleme konusunda zayıflaması hem de bu topraklara Arap Baharı’nın sıçramasıyla enerji kaynaklarını kontrolünün Arap halklarının iradesine geçmesi, Batı açısından kurulu post-kolonyal sistemin temellerinin çökmesi demek. Dolayısıyla Orta Doğu’da tahtların devrilmesi kimlerin menfaatini tehdit ediyorsa, onların darbeyi desteklemesi kaçınılmaz.
Körfez Ülkelerinden bir tek Katar darbeyi alkışlamamıştı. Bunun nedeni gerek Katar Emiri’nin gerek yerine gelen oğlunun İhvan’a yakın olmasıydı. Ancak onlar da bölgede bir anda değişen konjonktür karşısında darbeyi kabullenmek zorunda kaldı.
ARAP BAHARI MAĞRİP’LE SINIRLI KALABİLİRDİ
Arap Baharı bu durumdan nasıl etkilenir?
Mısır, eskilerin tabiriyle Maşrek’le Mağrip’in arasında kalan bölge. Mağrip yani Kuzey Afrika’da başlayan Arap Baharı’nın Maşrek’e yani Bilad eş-Şam’a ve Mezopotamya topraklarına geçişi Mısır üzerinden oldu. Eğer Mısır’da ‘devrilemez’ denilen Mübarek devrilmeseydi, Arap Baharı Mağrip’le sınırlı kalabilirdi. Yani Mısır, ‘domino etkisi’ diye tanımlanan Arap Baharı’nın ülkeden ülkeye atlaması bakımından kritik öneme sahiptir. Burada darbe sonrası siyasetin ne yöne gideceği tüm Kuzey Afrika ve Orta Doğu’yu, hatta Türkiye’yi etkileyecektir.
Özellikle bu toprakların eski ve gerçek isimlerini kullanıyorum, çünkü Arap Baharı’nı cetvelle çizilen sınırları dikkate alarak tanımlamak, bu domino etkisini açık ve net ifade etmeyi zorlaştırıyor. Eğer yapay sınırları kaldırarak gelişmeleri okumaya çalışırsak düzenin yapay sınırlarından kurtulup doğal haline dönmeye çalıştığını daha iyi anlayabiliriz.
SKANDALI KILIFINA UYDURMAK ZORUNDALAR
AB Mısır’da ordunun yönetime el koymasını “darbe” olarak nitelendirmekten kaçınırken, Afrika Birliği’nin “darbe” nedeniyle Mısır’ın üyeliğini askıya almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önceki sorularınızda da açıklamaya çalıştığım gibi, ABD’nin ya da AB’nin Mısır’da yaşanan darbeye resmi olarak ‘darbe’ demesi menfaatlerine aykırı. Askeri ve ekonomik işbirliklerinin devamı açısından, yaşanan skandalı kılıfına uydurmak zorundalar. Demokrasinin bu kadar esnek olmadığını çocuklar bile bildiği halde, böyle bir komediyi izlemek zorunda bırakılmamız Batı’nın çıkarları uğruna demokrasiyi nasıl eğip bükebildiğinin, aslınca yıllardır ‘demokrasi’yi şekilden şekle sokarak bir silah olarak kullanmış olduğunun bir ispatı.
BATI’NIN SEKÜLER DARBESİ ONLARIN DA KAPISINDA
Afrika Birliği’nin ‘darbe’ye darbe demesiyse oldukça anlaşılır bir durum. Tunus, Cezayir, Libya gibi ülkelerde de İhvan-ı Müslimin, Mısır’da yaşanan darbe tehtidi ile karşı karşıya. Batı’nın seküler darbesi onların da kapısında. On yıllar boyunca Batı’nın sömürgesi altında ezilmiş, hala daha sömürgeciliğin etkilerinden kurtulamamış Afrika’nın, yapılanın adını koyması, kendi adlarına da direnmek adına normal.
Zira Afrika Arap Baharı’ndan evvel kimsenin umursamadığı, ‘charity’ kisvesi altında sadaka yollanarak vicdanların rahatlatıldığı, ancak beyaz adamın çıkarlarının birkaç çete reisinin cebine üç beş kuruş koyarak kolayca korunabildiği, vahşetin ve sefaletin rahatlıkla hüküm sürdüğü bir yer. Mağrip’de başlayan Arap Baharı bir yandan da güneye doğru ilerliyor ancak orada da direkt Fransa gibi ülkelerin askeri güçlerinin müdahalesini izliyoruz.
Tahrir ve Gezi Parkı arasında bir paralellik kurmak mümkün mü?
Elbette. BBC, CNN gibi kuruluşlar Mısır darbesi sonrası “Erdoğan şimdi ne kadar yalnız kaldı” gibi değerlendirmelerde bulunuyorsa, bu iki olayı birbirinden ayırmamak gerekiyor. Türkiye’de kendini ülkenin tek ve gerçek hakimi sanan ordu tasfiye olmuş olmasaydı, ve Türkiye’deki kolluk kuvvetleri Mısır’daki gibi göreve itaatsizlik etseydi, Mısır’da olanın aynısı bizde de gerçekleşirdi.
GEZİ’ DE GÜL’ÜN ÜZERİNE OYNADILAR
Tabi Türkiye’de ordunun bu tür bir eyleme girişecek pozisyonda olmadığını bilenler, Gezi olaylarında ısrarla Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün üzerine oynadı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Başkomutanı malum Cumhurbaşkanı… Hatta uluslararası Neocon ve Neonazi medyası, içimizdeki temsilcileriyle birlikte koro halinde açık açık Abdullah Gül’ü Erdoğan’ın yetkilerini elinden alması konusunda teşvik etmeye çalıştı. Bunlar 28 Şubat’tan aşina olduğumuz durumlar, tek farkı eski TSK’nın yerini müttefiklerinin dördüncü kuvvet medya ve sosyal medya aracılığıyla doldurmaya çalışıyor olması. Abdullah Gül 28 Şubat’ın Cumhurbaşkanı’na benzemediği için baskılara boyun eğmedi ve biz yeni bir post-modern darbe yaşamaktan şu an için kurtulduk.
DEMOKRASİ KILIĞINDA SEKÜLER DARBE
Geçici hükümetten sonra yapılacak seçimlerde İhvan-ı Müslimin de yer alabilir mi?
Bu sorunun cevabı, geçici hükümetin demokrasiyi ne kadar çiğneyebileceğinde yatıyor. Müslüman Kardeşler’in siyasi partisi Hak ve Adalet Partisi’ni kapatabilirler, ama bir yenisi açılır; onu kapatırlarsa bir yenisi daha. İhvan-ı Müslimin’in bütün liderlerini hapse atabilirler, hatta idam edebilirler. Bu sorunun cevabını vermek gerçekten çok zor; çünkü demokrasi kılığında yapılan seküler darbe sırasında ‘bu kadarı da olamaz’ dediğimiz her şey rahatlıkla yapıldı.
LİDER DEĞİŞİR AMA KEMİK DEĞİŞMEZ
Ancak İhvan’a yapılan her zorba engelleme yerine yenileri getirecektir. Bu sosyolojinin doğası gereğiyle böyledir. Siyasal İslamı devam ettirecek bir başkası, illa ki selefi kimse onun yerini dolduracaktır. Bir zamanlar Erdoğan için ‘Muhtar bile olamaz’ denildiğini unutmamalı, İhvan eğer Mısır halkının tercihi ise, adı değişir, liderleri değişir ama kemiği değişmez ve er ya da geç siyaset arenasında daha da güçlü biçimde temsil edilecektir. Su akar yolunu bulur, bu hep böyle olmuştur.
MÜSLÜMAN KARDEŞLER ARTIK BİR DÜŞÜNCE SİSTEMİ
İhvan radikalleşebilir ve bir iç savaş yaşanabilir mi?
Eğer Mısır’da dikta yönetimi sokaklara müdahalesini devam ettirir, şiddeti artırır ve tansiyonu yükseltirse Mısır İhvanı’nın belki bir kısmı ayrılarak radikalleşebilir. İnsanlara siyaset yaptırmadığınızda mücadele yollarını değiştirebilirler ama Müslüman Kardeşler’in tamamının bunu yapacağını zannetmiyorum. Filistin İhvanı olan Hamas’ın işgal altındaki topraklarda dahi silahlı mücadeleden siyasi mücadeleye geçtiğini unutmamak gerek. Tabi burada şunu belirtmekte fayda var. Müslüman Kardeşler artık bir örgüt değil, bir düşünce sistemi. Kuzey Afrika’dan Türkiye’ye, Arap Yarımadası’na her yerde ‘müslüman kardeşler’ var. Örgütler durdurulabilir ama fikirler durdurulabilir değildir.
BATI’YI KENDİ SİLAHIYLA VURUYOR
Mısır İhvanı sokakları kırıp dökmeden, kamu malına zarar vermeden, barışçıl gösterilerle doldurarak tanklara, silahlara karşı dik duruyor, demokratik yollarla mücadelesini sürdürüyor ve tabir-i caizse Batı’yı kendi silahıyla vuruyor. Eğer Mısır’da iç savaş çıkarsa elbette ki İhvan’ın silahlanması söz konusu olacaktır ama iç savaşı çıkaracak olan İhvan’ın silahlanması olmaz. Bu bağlamda Sina Yarımadası’ndaki gelişmeleri yakından takip etmek gerek. Sivil siyasete müdahale, ülkenin İsrail açısından da kritik önem arz eden bölgesini kontrolden çıkarmış görünüyor. Radikal grupların, bölgedeki Selefilerin asker girdikleri çatışmaların şiddeti gün geçtikçe artıyor. El Kaide’nin buradaki varlığı da dikkat çekiyor. Ve doğruyu söylemek gerekirse, siyaset çok kısa bir süre içerisinde normalleşmezse, yani tutuklanan İhvan liderleri salınmaz ve siyasete geri dönemezse buradaki çatışmalar hem Mısır’ı hem Gazze’yi bu vesileyle İsrail’i ve Filistin’i etkileyecek gibi görünüyor. Geçici hükümetin faaliyetlerine bakılırsa, siyasetin de kısa sürede normalleşeceğini ummak hayalperestlik olacaktır.
SURİYE ARTIK PARAMPARÇA
Biraz öteye baktığımızdaysa, artık Suriye diye bir ülke yok. Esad gitse de gitmese de Suriye artık paramparça. İsrail geçen gün tekrar Suriye’yi vurdu ama Suriye rejiminde tık yok. Halkını vurmakla çok meşgul olan Esad artık çok zayıf ama Suriye’de Esad gitse bile bir düzenin orta vadede bile kurulması için de artık çok geç. Suriye muhalefeti, gerek Suriye Ulusal Koalisyonu’nda gerek sahada ‘Suud’a yakın olanlar’, ‘Suriye İhvanı’ ve ‘seküler’ler olarak bölünmüş durumda. El Kaide, bu topraklarda “Irak ve Şam İslam Devleti’ni kurduğunu ilan ediyor. Zaten Suriye halkı artık kendini “Mezopotamya ve Levant’ta bir yerlerde’, yani Maşrek’te yaşıyor olarak tanımlıyor.
İÇ SAVAŞTAN HALLİCE BİR BÖLGESEL SAVAŞ GÖREBİLİRİZ
Levant dediğimiz yer, Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail ve Filistin’i, hatta Sina Yarımadası’nı ve Hatay’ı içine alan bölge. Eğer Sina Suriye’ye dönerse ki öyle görünüyor, bu coğrafyada iç savaştan hallice bir bölgesel savaş da görebiliriz. Lübnan’da da durum bir ateşe bakıyor. Lübnan’ın arka kapısı Ürdün’e çıkıyor. Suriye’nin arka kapısı Irak üzerinden Kuveyt ve Bahreyn’e. Hemen ardı Suudi Arabistan… Körfez Monarşileri Arap Baharı’ndan kaçayım derken bölgesel savaşı çağırmış gibi görünüyor.
Şimdi kartlar yeniden dağıtıldı. Bölgede iki ay önce gördüğümüz ittifakların yerini yenileri almak üzere. Bu bağlamda yeniden hareketlenmeye başlayan İran-Türkiye ilişkilerini ve İsrail’in İran’a müdahale konusunda ABD’ye uyguladığı baskıda şiddeti ne kadar artırdığına da dikkat etmek gerekiyor. Zira, İran-ABD/İsrail kapışması, Selefi Körfez Ülkeleri’nin ve Mısır’daki Selefi Nur Partisi gibi uzantılarının Müslüman Kardeşleri sırtından bıçaklaması sonrası, pozisyonların yeniden alınması konusunda büyük önem taşıyor.