YUSUF ERTUĞRAL
Beykent Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler A.B.D.
Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan sonrasında Libya, Mısır, Suriye, Bahreyn, Yemen başta olmak üzere Arap coğrafyasında görülen ayaklanma hareketlerine tüm dünyanın hazırlıksız yakalandığı söylenebilir. Ayaklanmalar başta Rusya ve Batı ülkelerinin pozisyonunda ciddi, gözle görülür bir ayrılık oluşturmadı. Ama yine de Rusya’nın olaylara karşı aldığı pozisyon Batı ülkeleriyle aynı değildi. Örneğin ABD ve Fransa’da Arap devrimlerini idealize eden anlayıştan farklı olarak, Arap halklarının daha iyi ve adil bir yaşam özlemlerini destekleyen, rejimi değiştirmeye yönelik yabancı müdahalesini kabul edilemez bulan ve iç değişim sıkıntılarının siyasi diyalogla çözülmesinin gerekliliğine inanan bir tavır içerisinde oldu.
Mart 2011’de Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, verdiği bir mülakatta olaylarla ilgili hiç kimsenin kesin bir tahmini olmadığını söylemiş ve olanları “beklenen sürpriz” (ojidayemaya neojidannost) olarak nitelemiştir Ortada Doğu’da böyle bir hareketlik beklenmekteydi çünkü uzun yıllardır birikmiş sosyo-ekonomik problemler bulunmaktaydı . Ama söz konusu problemlere ne zaman ve nasıl bir tepki verileceği bilinmiyordu.
Rusya, Arap Bahar’ının bölgede rüşvet, yolsuzluk, işsizlik, otoriteryanizm, klan kültürü ve neopotizmden (kayırmacılık) kaynaklandığını, bunlara iktidarın iş dünyasına baskısı ve ABD’ye dayalı dış politikanın da eklenmesi ile tepki olarak siyasal İslam’ın etkisinin artığını düşünmekteydi . Ayaklanmalar karşısında Moskova, Tunus, Mısır, Bahreyn, Yemen ve diğer ülkelerde ‘seyirci’ rolünde kalmıştır. Libya ve özellikle Suriye meselesinde Batı’yla çelişen bir durum sergilemiştir. Batı dünyası ise bunu gelenekçi, Soğuk Savaş zihniyetli olarak gördü ve Rusya’yı eleştirmişti.
Rus dış politikası yeni duruma ayak uydurmaya çalışmıştır. Siyasal İslam’ın etkin olduğu yeni yönetimlerle işbirliğine hazır bir durum sergilemiştir. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 27 Şubat 2012’de Moskovskiye Novosti’de yayınlanan seçim öncesi kaleme aldığı “Rusya ve Değişen Dünya” adlı makalesinde Arap Baharı sürecinde, Afganistan sorunu, İran ve Kuzey Kore konularına kadar pek çok konuyu ele almıştır. Putin özellikle Suriye Krizi bağlamında Libya senaryolarını yeniden kimsenin görmek istemediğini ifade ederek Rusya’nın Suriye konusunda politikasının değişmeyeceğinin altını çizmiştir. Makalede ayrıca Orta Doğu ile ekonomik bağların güçlenmesinin Rusya için gerekli olduğunu belirtmesi ve Rusya’nın bölgede Suriye’ye yapmış olduğu silah satışının dışında alternatif araması önemli bir husustur.
Birleşmiş Milletler ‘in (BM) Suriye konusunda atadığı eski Genel Sekreter Kofi Annan’ın davetiyle Cenevre’de toplanan zirveden de daha önceki Suriye toplantılarından olduğu gibi- somut bir sonuç çıkmadı. Toplantıda bir geçiş hükümetinin kurulması yönünde mutabakat havası oluştuğu söylense de, söz konusu geçiş hükümetinin mahiyeti hakkında son derece derin görüş ayrılıkları olduğu gözlenmiştir. Rusya’nın Suriye konusunda Batılı ülkelerden çok farklı düşündüğü Cenevre zirvesinde bir defa daha ortaya çıkmıştır.
Prof. Dr. Çağrı Erhan Rusya’nın bu tavrının üç temel sebebe bağlamaktadır.
“Birincisi tarihsel sebep: Rusya son üç asırdır, Akdeniz Havzası’nda varlığını perçinleme politikası gütmektedir. XIX. yüzyılda Fransa ve İngiltere’nin engellemesiyle karşılaşan Rusya, zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu karşısında çeşitli başarılar elde etmiş olsa da, bu iki büyük gücün direnmesi karşısında amacına ulaşamamıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği’nin Akdeniz ve Orta Doğu coğrafyasına sızma girişimleri ise bu defa ABD engeline takılmıştır. ABD önce 1955’te Türkiye, Irak, İran, Pakistan ve İngiltere’ye Bağdat Paktı’nı kurdurtmuştur. ABD Başkanı Eisenhower ise 1957’de, komünizmin Orta Doğu’ya yayılmasının önüne geçmek için daha aktif bir politika izleneceğini ilan etmişti. Suriye’yle o tarihlerden itibaren çok yakın bir iş birliğine girişen Sovyetler Birliği, Batı karşıtı grupları Orta Doğu’nun her yerinde desteklemeye başlamıştır. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Rusya’nın bu bölgedeki etkinliği bir süreliğine azalmıştır. Fakat Rusya Akdeniz ve Orta Doğu’da varlık gösterme şeklinde özetlenebilecek tarihsel hedefinden hiçbir zaman tam olarak vazgeçmemiştir.”
“İkincisi stratejik sebep: Moskova, ABD’nin dünyanın hiper gücü olma vasfını giderek kaybetmekte olduğunu görmektedir. Bütün ekonomik göstergeler, XXI. yüzyılın ortalarına doğru, ABD’nin küresel liderliğinin sona ereceğini işaret ediyor. Mevcut eğilimlerin devam etmesi halinde Çin’in yeni hiper güç olacağına kesin gözüyle bakılıyor. ABD’nin Irak’tan çekilmesi aslında Washington’un askerî politikalarını yeni dönemin ihtiyaçlarına göre güncellemesinin bir sonucu. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) önümüzdeki yıllarda ABD’nin güvenlik politikalarının sıklet merkezini Pasifik bölgesinin oluşturacağını açıklamıştı. Washington yönetimi, ABD’nin Orta Doğu’dan kademeli çekilmesiyle ortaya çıkabilecek boşluğun, “model ortak” Türkiye ile geleneksel müttefik Suudi Arabistan’ın (ve onun sözünden çıkmayan küçük Körfez devletlerinin) ABD yanlısı tutumuyla doldurulabileceğini hesap etmişti. Bu meyanda, Türkiye’nin Arap coğrafyasına yönelik açılımı ABD tarafından teşvik edilmiş, Suudi Arabistan’ın ise kurulduğundan beri hiç olmadığı kadar aktif bir dış politika izlemesi memnuniyetle karşılanmıştı. Kuşkusuz ABD Türkiye-Suudi Arabistan ekseninde oluşturmaya çalıştığı “Batı yanlısı” blok ile İran’ın bölgedeki faaliyetini dengelemek ve petrolün dünya pazarlarına akışının kendi denetimi altında kalmasını temin etmek istiyordu. Rusya ise, ABD’nin oluşturmaya çalıştığı blok karşısında, İran ve Suriye’ye destek vererek yeni bir blok oluşturmaya girişti. ABD’nin Orta Doğu’daki gücünü azaltmayı hedefleyen bu politika, Suriye’de Baas rejiminin desteklenmesi sonucunu doğurdu. Rusya’nın Suriye’de yeni bir dönem başlasa da, kendi çıkarlarına yeşil ışık yakacak bir yönetim olması için bütün gücüyle çaba göstereceği açıktır. Üçüncü sebep ise büyük devlet refleksidir: Libya olayları sırasında ABD ve AB ülkeleri tarafından “kandırıldığını” ve masanın dışına itildiğini düşünen Rusya, Suriye’de inisiyatifi elden bırakmak istememektedir.”
Vladimir Putin’in Devlet Başkanlığı’na gelmesinden itibaren Kremlin, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerine yönelik dört önemli noktayı hedeflemiştir:
1. Rusya’nın “Büyük Güç” statüsünü geri kazanabilmesi için ABD’nin Orta Doğu’daki gibi hâkimiyet alanlarına son vermesi gerekmekteydi.
2. Putin, Rus ekonomisini geliştirme hedefi doğrultusunda ileri teknoloji (hightech)
alanına önem vermiştir. Bu nedenle Orta Doğu’ya başta nükleer reaktörler olmak üzere sofistike silah satmaya başlanmıştır.
3. Kendi petrol ve doğal gaz rezervlerinin çıkarılmasının pahalılaşmasından dolayı daha ucuz olan Orta Doğu kaynaklarına yatırımlar yapılarak ortaklıklar kurulması hedeflenmiştir.
4. Orta Doğu’nun Çeçen ve Kuzey Kafkasya’daki diğer İslamcı militanlara yaptığı
yardımları azaltmak hedeflenmiştir.
Doğu Akdeniz’de güncel verilere göre, bölgede 3,5 trilyon metreküp doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrol ihtiva eden yataklar bulunmaktadır. İsrail’in bulduğu Tamar sahasında 275 milyar metreküp doğalgaz rezervine rastlanmıştır. İsrail’in üzerinde hak iddia ettiği bir başka saha olan Leviathan’da ise 700 milyar metreküp doğalgaz ve 600 milyon varil petrol olduğu tahmin edilmektedir. GKRY’nin bir ABD şirketine ruhsat vererek işletime açtığı bölgede ise (12. parsel) 200 milyar metreküp doğalgaz bulunmuştur.
Söz konusu rakamlar Doğu Akdeniz’in kısa süre içinde yeni bir Hazar Havzası haline gelebileceğini göstermektedir. Kıbrıs ile Girit adaları arasında da 15 trilyon metreküplük geniş yatakların olduğunu ileri süren bilimsel yayınlar mevcuttur. Bu rakam doğruysa, Doğu Akdeniz’deki toplam doğalgaz rezervinin, bu ürünün dünyadaki en büyük üreticisi olan Rusya’nın elindeki miktarın neredeyse yarısına denk düşeceği söylenebilir.
Moskova özellikle Cezayir ve Libya’nın petrol ve doğal gaz rezervlerine yatırımlar yapmıştır. Rusya’nın bu ülkelere yatırım yapmaktaki en önemli hedefi, Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığını arttırmak ve böylece özelikle doğal gaz konusunda istediği fiyatı belirleyebilme kartını güçlendirmektir. Enerji yatırımları karşılığında bu ülkelere Batı dünyasından elde edemedikleri ileri teknoloji ürünü silah da sattığı için bölge ülkeleri Rusya açısından ekonomik önem taşımaktadır. Pek çok uzmana göre, Arap Baharı, Rusya için sürpriz olsa da bu sefer daha hazırlıklı yakalanmıştır. Daha önce kendi yakın çevresinde gerçekleşen renkli devrimler sırasında diplomatik manevralar yoluyla domino etkisinin karşısında durmaya çalışmıştır. Rusya’nın 2007 Dış Politika belgesine göre Rusya, bölgesel anlamda Avrupa’ya yüzde 10.4 önem verirken, Yakın Doğu ve Kuzey Afrika bölgelerine de toplamda yüzde 10.4 önem vermektedir. Rusya’nın 2010 Dış Politika belgesine bakıldığında ise Yakın Doğu ve Kuzey Afrika’ya verilen önemin yüzde 12.5’e yükseldiği görülmektedir.
2010’da başlayan “Arap Baharı”, Rusya açısından çeşitli boyutlarda sonuçlar doğurmuştur. Kısa vadede özellikle Libya’nın petrol ve gaz arzının kesilmesi, petrol fiyatlarında artış yaratmıştır. 2010 Ocak’ında 76 Dolar olan petrol fiyatı, Nisan ayında 85 Dolara, 2010 Aralık’ından itibaren de 90 Dolar’ın üzerine çıkmıştır. Doğal gaz fiyat oranlarına bakıldığında ise Ocak 2010’da Alman sınırından giren Rus doğal gazının 273 Dolar, Nisan’da 300 Dolar ve yılsonunda 315 Dolar olduğu görülmektedir. Haziran 2011’de ise önce 360 Dolar’ı bulmuş Temmuz’da ise fiyatlar 400 Dolar’ın üstüne çıkmıştır. Dolayısı ile 2008-2009 küresel ekonomik krizinden etkilenen Rus ekonomisi enerji kaynaklarındaki hızlı fiyat artışı sayesinde bütçe açığını kapatmış, hızla sosyal fonlara kaynak ayırmayı başarmıştır.
Rusya’nın Ortadoğu politikasında göz önüne aldığı prensipler, daha geniş çaplı ve uzun vadeli bir politikanın yürütülmekte olduğunu göstermektedir. Kendi petrol ve doğal gaz rezervlerinin çıkarılmasının pahalılaşmasından dolayı daha ucuz olan Orta Doğu kaynaklarına yatırımlar yapılarak ortaklıklar kurulması hedefindedir.
Amaç Batı’nın itibar kaybettiği bu bölgede, Batı politikalarından farklı bir yöntem izleyerek tüm taraflar ile diyalog ve yakın ekonomik ilişkiler geliştirilmesi yolu ile etkinlik kazanmaktır. Rusya insani yardım konusunda en aktif ülkelerden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Yürütülen diplomasi trafiği, Rusya’nın soruna siyasi anlamda dâhil olmayışının da örneğidir. Nitekim Rusya’nın Ukrayna ile yaşadığı enerji krizi de Gazze’ye yönelik politika da Rusya’nın temkinli yaklaşımını açıklamaktadır.
Putin, 2008 yılında Medvedev’e devrettiği makamını 2012’de tekrar devir aldığında yeni dönemde Rusya’nın özellikle Ortadoğu’daki siyasi süreçlere daha da aktif müdahil olmaya başlayacağını belirtmiş ve bunu günümüzde ‘de kararlılıkla sürdürmektedir.
Bu çalışmamda Rusya’nın ‘Arap Bahar’ ’ına olan bakışının “2010 ve 2014”, günümüze kadar ihtiyatlı bir dış politika gütmesinin, Rusya’nın Ortadoğu’da enerji denklemleri etrafında politikası çerçevesinde gerçekleştirmeye gayret ettiğinin kısaca üzerinde durmaya çalıştım.
Çizilen bu çerçevenin daha iyi anlaşılması açısından çalışmamı iki bölüme ayırdım. Birinci bölümde, ‘Arap Baharı (İsyanı)’ ana başlığında İsyanının öncesinde ve sonrasında Rusya’nın Ortadoğu politikasının değerlendirmesi yapılıp alt başlık olarak, Arap baharın ’da Rusya’nın tutumunu analiz edilecektir. Analiz ’de Batı’nın tek taraflı politikalarının sorgulandığı bir dönem olan özellikle 2012 de Putin’in görevini Medvedev’den tekrar devir almasından sonra, Rusya’nın küresel etkinliğini yeniden arttırma hedefi doğrultusunda Ortadoğu’da siyasi süreçte daha aktif bir şekilde müdahil olmaya çalıştığı incelecektir. Bu bağlamda özellikle Suriye konusunda Rusya’nın neden direndiği tartışılacaktır.
İkinci bölümde ise ana başlık konusu ‘Rusya’nın Ortadoğu Politikasında Enerji Faktörü’ ele alınarak son gelişen güncel olaylar ışığında düşen petrol fiyatların Rusya’nın Ortadoğu’da ABD tarafından etkisizleştirmeye çalışıldığı konusu tartışılacaktır. Sonuç bölümün ise yine ‘enerji ve petrol’ konseptinde ‘Rusya’nın Orta Doğuda Gelecekteki Politikası’ incelenecektir.
ARAP İSYANI (ARAP BAHARI)
2010 yılının sonunda Tunus’ta başlayan, ardından da Mısır, Libya, Yemen, Bahreyn ve Suriye’ye sıçrayan isyanlar yaygın olarak “Arap Baharı” diye isimlendirildi.
Bu ülkelerde halk isyanlarına öncülük eden iç aktörler; ideolojileri, siyasî programları, eylemleri ve bölgesel veya dışı güçlerle olan ilişkileri bakımından birbirinden son derece farklı özelliklere ve yapılara sahiptir. Bu çalışmanın ana konsepti Rusya’nın “Arap Bahar’ına” bakışı olduğundan çok ayrıntıya girmeden genel bir değerlendirmeyle isyanların yaşandığı bu altı Arap ülkesinde yaşananları beş ana başlık altında göstermek mümkündür.
1. Lidersiz halk devrimleri (Tunus ve Mısır). Şeklen cumhuriyetle yönetilen Tunus ve Mısır’daki Zeynelabidin Bin Ali ve Hüsnü Mübarek rejimleri, Batı’nın bölgedeki en önemli müttefikleri ve Camp David düzeninin önde gelen garantörleri arasında yer alıyordu.
2. Uluslararası destekle gerçekleştirilen hükümet darbesi (Libya). Muammer Kaddafi’nin kendine özgü yönetim tarzından dolayı kurumsal bir devlet olma özelliğinden yoksun olan Libya’da kabilelerin belirleyiciliği söz konusuydu ve Libya’da halkı yönetime karşı örgütleyebilecek herhangi bir sivil toplum kuruluşu yada siyasi parti bulunmuyordu.
3. Uluslararası ve bölgesel müdahalelerle ezilen reform talebi (Bahreyn). Çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu Bahreyn’de yönetimde halk iradesinin yansıdığı tek organ 40 sandalyeli halk meclisinden ibaret. Ancak bu meclisin aldığı kararlar kralın atadığı 40 sandalyeli diğer meclis tarafından geçersiz kılınabiliyor.
4. İçerdeki anti demokratik siyasi yapının yarattığı uygun zeminde bölgesel kışkırtma ile devreye sokulan çok uluslu devrim projesi. (Suriye). Çok sayıda etnik ve mezhebi unsurun yer aldığı Suriye’de nüfusun çoğunluğunu oluşturan Sünniler, Bahreyn’de olduğu gibi ayrımcılığa uğruyorlar.
5. Kabileler ve sınıflar arası güç ve iktidar mücadelesi (Yemen). Soğuk Savaş döneminde Amerikan kampında yer alan Ali Abdullah Salih rejimi, özellikle 2001’den sonra Amerika’nın “uluslararası terörizm” ile mücadelesinde en önemli müttefiklerinden biriydi.
Arap Baharı Öncesi Rusya Federasyonu’nun Ortadoğu Politikası
Rusya Federasyonu, Orta Doğu’da büyük bir prestij sahibi olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin dağılmasının ardından ortaya çıkmıştır. 1991’da dağılan birliğin en büyük varisi ve devamı olarak uluslararası politikada sahne aldığında, Orta Doğu ülkelerinin gözünde Sovyetler ’in özellikle 1950’li ve 1960’lı yıllarda sahip olduğu imaj ‘ve etkin güç olmaktan oldukça uzaklaşmıştı. Zira dönemsel koşullar değişmiştir. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği, Arapların emperyalizmle mücadelesinde Arap milliyetçiliği ve/veya sosyalizmi için hem modeldi hem de söz konusu ideolojinin siyasi ve ekonomik alanlarda destekçisiydi. İkincisi Rusya, askeri, siyasi ve ekonomik olarak o dönemi Sovyetler Birliği’ne kıyasla çok daha güçsüzdü.
Rusya’nın 1990’ların başında Orta Doğu’da etkin ve olumlu bir imaja sahip olma gibi bir iddiası yoktu. Sovyetler Birliği’nin devamı olarak Rusya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde yer alsa da SSCB’den daha küçük bir toprak parçasına ve daha az bir nüfusa sahipti. Buna ek olarak, sosyalizmden kapitalizme geçiş sürecini büyük ekonomik sıkıntılar ve toplumsal sarsıntılar geçirmekteydi. Ekonomik olarak yeniden yapılanma, kapitalist sisteme uyum sağlamak mücadelesi içerisindeydi.
Rusya’da Arap Baharı Algısı
Rusya’da uzmanlar ve politikacılar arasında Arap Bahar’ının “Arap dünyasının İslamlaşması süreci” olduğuna dair bir fikir birliği mevcuttur. Arap Baharı sürecinde yaşananları tasvir eden “demokratik halk devrimleri” söylemi, Batı’da popüler olsa da Rusya’da kabul görmemiştir. Zira adına halk devrimleri tanımı yapılmış olsa da yaşananlar Batılı bir demokrasinin yerleşmesine değil, yüksek istikrarsızlık sürecine öncülük etmektedir. Söz konusu istikrarsızlık durumu ise radikal ya da siyasi güçlerin lehine bir ortam yaratmaktadır. Bu, Rusya açısından olumlu bir tablo değildir. Çünkü Rusya, Ortadoğu’nun bu bölgesini (Arap coğrafyasını) sadece bölgedeki gerilimlerin merkezi olarak değil; aynı zamanda etkileri bölgenin dışında hissedile bilinecek ekstremist akımların kuluçkası olarak görmektedir. Nitekim Rusya’nın çeşitli Arap savaşçılara, Kuzey Kafkasya’daki ekstremist ve radikal akımlara dair yeterince deneyimi bulunmaktadır. Dmitri TRENIN “Rusya’nın Arap Baharı algısı” ‘nı şu şekilde yorumlamaktadır.
“Rusya, bu bölgede “rejime dışarıdan müdahale içermeyen ulusal egemenliğin varlığını” savunmaktadır. Ruslar, Mısır’da uzun bir istikrarsızlık sürecine düşen, ya da iyimser tabirle, giren bir ülke görmektedir. Mursi güvenilir bir lider olarak görülmedi. Bilindiği gibi Müslüman Kardeşler, mahkeme kararıyla Rusya’da yasaklanmış bir örgüt. Her ne kadar Mursi birkaç ay önce Soçi’yi ziyaret ederek Putin ile görüşmüş ve ekonomik iş birliğinden söz edilmişse de şu anda durum farklı. Mursi devrildi. Mısır’da kontrolün kimde olduğu tartışmalı ve istikrarsızlık söz konusu. Ordu görünürde kontrolde değil; ama seçim, hükümet kurma gibi konulardan sorumlu olan yeni rejimin arkasında. Bu durumda kısa vadede istikrar beklemek zor -ki Rusların çoğu istikrarsızlığın uzun süreceğine inanıyor.”
Rusya’nın Orta Doğu’ya İlgisi ve İlişkileri
Rusya’nın Müslüman Arap ülkeleriyle kurduğu ilişkilerde iki temel öge etkili olmuştur. Birincisi ekonomi odaklıdır. Enerji de dahi olmak üzere ticari ilişkileri ve işbirliğini geliştirmek amacındadır. Sıkı ekonomik ilişkilerin, söz konusu Arap ülkelerinde barınan radikal gruplardan gelebilecek muhtemel bir terör tehdidini zayıflatacağına inanmaktadır. İkinci siyaset ve güvenlik odaklıdır. Rusya, ülke rejimlerinin niteliği ile ilgilenmemekte, ülkelerin içişlerine karışmayı ve üçüncü bir ülkenin herhangi bir ülkeye dış müdahalede bulunmasını doğru bulmamaktadır. Meşru yollarla ya da iç dinamiklerle iktidara gelen ya da ortak olan İslami oluşumlara olumsuz ve dışlayıcı yaklaşmayı da tercih etmemektedir. Zira Rusya’da 16 milyondan fazla Müslüman yaşadığından bu nüfus radikal gruplar tarafından yönlendirmesinden çekinmektedir.
Putin “Rusya ve Değişen Dünya” adlı makalesinde Rusya Müslümanlarına benzeyen, İslam’ın ılımlı temsilcileriyle her zaman iyi ilişkiler içerisinde olduklarını ifade etmektedir. Ayrıca iç dönüşüm geçirenler de dâhil olmak üzere tüm Arap ülkeleriyle hareket ettiklerini belirtmiştir. Putin’in bölgede yeni yönetimlerle dostluk çerçevesinde işbirliği ve karşılıklı yarar temelinde ilişkileri geliştirmek amacıyla Haziran 2012’de Tunus Dışişleri Bakanı Refik Abdülselam’ın Moskovo’ya davet edilmesi. Şubat 2013’te Rusya Dışişleri Bakanı Yardımcısı Mihail Bogdanov’un Libya’yla eski anlaşmaları yürürlüğe koymak ve yeni anlaşmalar imzalamak için bulunduklarını açıklaması, bu anlayışı destekler niteliktedir.
Rusya’nın karşılıklı yarar temelinde ilişkilerin geliştirilmesinin başka bir örneğini Libya’da yeni hükümetle iktisadi ilişkilerini geliştirme çabalarında görmekteyiz. Yine bu bağlamda, Mısır’da bu süreçte iktidara gelen Müslüman Kardeşler hareketiyle yakın ilişki kurmak isteyen Putin, eski Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi (2012-2013) Nisan 2013’te Soçi’de ağırlamıştır. Bununla birlikte halk hareketleri ve akabinde Temmuz 2013 ayında askeri darbe sonucu Mursi’nin iktidardan düşmesinin ardından sorunların şiddetsiz, ulusal diyalogla çözümünden yana olduğunu belirten Moskova, yeni yönetimle de (Putin’in de makalesinde belirttiği gibi Orta Doğu politikası çerçevesinde) iyi ilişkiler kurma çabasında olduğunu teyit etmektedir. ABD’nin Mısır’a yaptığı askeri yardımı, darbenin ardından kesintiye uğratması, Mısır’ı bu noktada Rusya ile yakın ilişkiler kurmaya ittiğini ifade etmek mümkün olabilir. Bu çerçevede, 14-15 Kasım 2013’te Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Savunma Bakanı Sergey Şoygu, Kahire’ye resmi ziyarette bulunmuştu. Savunma alanında işbirliği olanaklarının oluştuğu bildirilen ziyaretle ilgili olarak Mısır Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi, Rusya’nın hiçbir ülkenin yerini almadığını ama bu ülkeyle eski bağlarının canlandırıldığı belirtmiş Sovyet dönemindeki yakın ilişkilere atıfta bulunarak askeri alan dâhil olmak üzere çeşitli alanlarda Rusya ile işbirliği içerisinde olmak istediklerini belirtmiştir.
Arap Bahar’ına Rusya ve Batı’nın birbirinden farkı bakışı Libya’da ortaya çıkmıştır. Muhaliflerin Muammer Kaddafi (1969-2011) rejimine yönelik ayaklanmalarına ABD ve Avrupa ülkeleri somut bir destek vermek niyetindeydi. Rejime karşı ayaklanan halkı Kaddafi’den korumak amacıyla Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi, kuvvet kullanımı da dâhil her türlü gerekli tedbirin alınmasına ve 1973 sayılı Libya üzerinde uçuşa yasak bölge oluşturulmasına yönelik karar vermiştir. Bu kararda çekimser oy kullanan Rusya’nın neden veto yetkisini kullanmadığı tartışmalar yol açmıştır. Rusya’nın Yugoslavya’daki gibi bir iç savaşı önleme niyetinde olduğu yorumu yapıldığı gibi, Libya’ya askeri müdahale konusunda Fransa’nın yorumu ise bölgedeki karışıklığın petrol fiyatların yükselteceğini için Rusya’nın çıkarına olduğu değerlendirmesi de yapılmıştı. NATO’nun Libya operasyonunu Haçlı Seferi’ne benzeten Başbakan Putin (2008-2012) ile bu tür ifadelerin kabul edilemez olduğunu, medeniyetler çatışmasına yol açabileceğini söyleyen Devlet Başkanı Dmitri Medvedev (2008-2012) ilk kez ayrı düşmüşlerdi. Rusya’ya göre, NATO işgaliyle sivilleri koruma adı altında rejimi yıkmak için savaşılmıştı. Ekim 2011 ayında rejim yıkılmış, Kaddafi öldürülmüştü. Temmuz 2012’de Medvedev veto haklarını kullanmadıkları için yaşadıkları pişmanlığı Finansal Times’a verdiği mülakatta şöyle dile getirmiştir:
“Rusya trajik bir yaptı. Eğer 1973 sayılı kararın bu şekilde yorumlanacağını bilseydik, karşı oy verilmesi için talimat verirdik.” Böylelikle Medvedev bir anlamda Batı’nın Rusya’yı yanılttığını ifade etmiştir.
Arap Bahar’ının Rusya’ya (Etnisitelerine) Olası Etkileri
Arap Baharı Ortadoğu’da dengeleri değiştirirken, yaşanan dönüştürücü dalganın diğer coğrafyalardaki olası etkileri de tartışılmaya başlanmıştır. Rusya, Ortadoğu ülkelerine olan benzerlikleri ve farklılıklarıyla bu bağlamda incelenmeye değer bir örnek teşkil etmektedir Ayrıca Rusya’nın uluslararası sistemde etkili bir aktör olarak gelişmelere ilişkin izlediği politika, diğer ülkelerin Arap Bahar’ına yönelik stratejilerini de etkileme potansiyeline sahiptir. Tunus’tan başlayarak Mısır, Libya, Suriye, Yemen ve Bahreyn’e uzanan değişim taleplerinin ortak noktası, otoriter yönetimlere karşı halk hareketleri olması. Rusya ile bu ülkeler arasında demokrasiden uzak yapı, yaygın usulsüzlükler ve rekabetin olmadığı politik ortamın varlığı açısından benzerlikler mevcuttur. Değişimin yaşandığı ülkelerden Mısır, Tunus ve Yemen’e göre kişi başına gelirde çok iyi bir düzeyde bulunan Rusya’da, gelir dağılımındaki bozukluk ise sorun oluşturmaktadır. Rusya ile Arap Bahar’ını yaşayan ülkeler arasındaki en belirgin farklılık ise Rusya’da halen mevcut yönetimin devamı yönünde elitler arasında bir uzlaşmanın olması ve Putin-Medvedev ikilisini destekleyen geniş bir halk kitlesinin varlığı. Rusya’nın Arap Bahar’ının yaşandığı ülkelere göre küresel bir oyuncu olması ve özellikle Avrupa ile olan bağları da bir diğer fark olarak gösterebilir.
Rusya’nın Arap Bahar’ının yaşandığı ülkelerden nüfusu ve bölgesel güç konumuyla çok önemli olan Mısır’daki değişimden nasıl etkileneceği konusunda da tartışmalar yaşanmıştır. Batı’ya dost Mübarek rejiminin devrilmesinden Rusya’nın memnun mu olacağı yoksa Mübarek sonrası Mısır yönetiminin Rusya için risk mi oluşturacağı cevabı aranan temel soru ’dur. Yeni Mısır yönetiminin Filistin sorunu ve İsrail ile ilişkilere bakışı Mübarek yönetiminden farklı olacaktır. Rusya’nın Filistin sorunu ve İsrail ile ilişkileri de Mısır ile olan ilişkilerinde belirleyici öğelerin başında gelecektir. Mısır’da oluşacak yeni yönetimin Çeçenistan sorunu başta olmak üzere Kuzey Kafkasya’daki Müslümanların sorunlarına daha fazla ilgi duyması ve Çeçen direnişine destek vermesi halinde, Rusya için Mısır ile ilişkilerde Mübarek döneminden daha kaygı verici şartlar ortaya çıkabilir.
Rusya’da da Arap Bahar’ının yaşandığı ülkelerdeki gibi otoriter bir yapı, baskı altında bir medya ve etkili olamayan muhalefet bulunuyor. Michael McFaul, bu tarz hareketlerin başarısı hakkında; bunun için gerekli şartları rejimlerin tam otoriter yerine yarı otoriter bir yapı göstermesi, yöneticilerin popüler olmaması, birleşik ve organize bir muhalefetin varlığı ve oyların çalındığına ilişkin toplumu harekete geçirebilecek olan bir yapıda olması gerekli olduğunu belirtir. Seçimlerdeki usulsüzlüğü ortaya koyup vatandaşları bilgilendirebilecek kadar bağımsız medya, rejimi ayakta tutan güçler arasındaki bölünme şeklinde ifade etmektedir.
Halk hareketleriyle rejimlerin devrildiği Arap ülkelerinde, halkı harekete geçirebilen bir muhalefet, halkı bilgilendirecek ve onları harekete geçirebilecek medya ve rejimi ayakta tutan yapıdaki bölünme gibi unsurlar kısmen veya tamamen vardı. Rusya’da da McFaul’un belirttiği yarı otoriter bir yapı, bir ölçüde halkı bilgilendirip harekete geçirebilecek kadar bağımsız bir medya mevcuttur. Ancak rejimi oluşturan yapıda henüz bir bölünmeden bahsedilemez. Nitekim Başbakan Putin Birleşik Rusya Partisi tarafından Mart 2012’de yapılacak Devlet Başkanlığı seçimlerinde aday gösterildi ve adaylığı Devlet Başkanı Medvedev tarafından açıklandı. Ortadoğu ülkelerinde halkın sokaklara dökülmesinde etkili olan yönetimden duyulan memnuniyetsizliğin derecesi de Rusya’dakinden çok daha fazladır.
Yine de rejimin Rusya’daki sürekliliği garanti değildir. Rusya yönetimi mevcut otoriter yapıda ısrarcı olduğu takdirde, eğitim düzeyi yüksek olan toplumda demokratik taleplerin birleşmiş bir muhalefeti doğurması ve bunun da dış destekle birlikte rejimi sarsması mümkün. Putin’in konuşmasında Rusya’daki seçimlere müdahale etmek için “para saçan dış güçlerden” bahsetmesinin bu gerçeği görmesinden kaynaklandığı ifadesini çıkarabiliriz.
Rusya’nın Arap Bahar’ına Farklı Bakışı: Suriye
Moskova’nın Suriye’yi desteklemesinde Doğu Akdeniz’de varlığını pekiştiren Tartus askeri deniz üssü önemli bir etkendir fakat daha önemlisi muhalifler arasında radikal cihatçı İslami grupların ağır basmasıdır. Özellikle İkinci Çeçen Savaşı’nda bu tür unsurlarla mücadele eden Rusya, Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) çerçevesinde da aynı tehlikeyle Rusya ve Orta Asya’nın güvenliği için mücadele etmektedir. Suriye’de muhalifler arasında gönüllü olarak Suriye rejimine karşı savaşan Rus radikal İslamcıların da olması (sayılarının 200’den fazla olduğu tahmin edilmekte) Moskova’yı tedirgin etmektedir. Şam yakınlarında ve ülkenin güneybatısındaki Darayya’da duvarlarda, yıkılan harabe evlerde “bugün Suriye yarın Rusya”, “Çeçenler ve Tatarlar, ayağa kalkın!” , “Sarayında ibadet edeceğiz, Putin!” şeklinde Rusça ve Arapça yazıların olması bu tedirginliği körüklemektedir.
Radikal İslam’ın Suriye’de iktidara gelmesi, köktendinciliğin/aşırılığın (ekstremizm) sınır dışına taşması anlamına gelebilir. Sadece Rusya’nın Müslümanların yoğun olarak yaşadığı yerlerini değil, Kuzey Kafkasya’daki Krasnodarskiy krayı ve ülkenin Avrupa tarafındaki megapolleri de olumsuz etkileyebilir. Rusya’nın Suriye’deki resmi pozisyonu, başka ülkelerin askeri, politik yollarla ve istihbarat/iletişim araçlarıyla Suriye’nin içişlerine karışmasına karşı durmaktır. Bu, genel Orta Doğu politikasından farklı değildir. Rusya, rejimi korurken aslında mevcut uluslararası hukuk sistemini de koruduğu inancındadır. Çünkü sistem ortadan kalkarsa uluslararası ortama kaosun hâkim olacağından ve gücün hukukunun işlemeye başlayacağından emindir. Bu yüzden Rusya, amaca uygun olarak Batı ve bazı Orta Doğu ülkelerin girişimlerini engellemek, radikal İslamcılar ve terörist gruplarla işbirliği halindeki karşıt güçlerin meşru rejimleri devirmesini önlemek için mücadele edecektir.
RUSYA’NIN ORTADOĞU POLİTİKASINDA ENERJİ FAKTÖRÜ
Enerji kaynakları, Rusya ile Ortadoğu ülkelerini rekabete sürüklerken, işbirliğine de itmektedir. Rus enerji şirketleri Orta Doğu ülkelerindeki enerji kaynaklarını çıkarma ve işletme sürecinde rol oynarken, diğer taraftan birçok ülke için Orta Doğu’daki enerji kaynakları Rus enerji kaynaklarına alternatif teşkil etmektedir.
Ortadoğu’da yaşanan sorunların yansıması olan Arap Baharı bölgenin istikrarlı bir tedarikçi olma kimliğine gölge düşürmektedir. Örnek olarak İkinci Irak Savaşı döneminde bu ülkede faaliyet gösteren Rus enerji şirketleri büyük maddi zarara uğramıştır. Ancak, Orta Doğu’daki istikrarsızlık arttıkça da, petrol ve gaz fiyatları yükselmekte, bu da Rusya’nın enerji gelirlerini artırmaktadır.
Fakat Ekim 2014 te yaşanan gelişmeler ve Kasım 2014 itibarıyla ABD’nin 30 yıldan uzun bir süreden sonra en hızlı üretimini gerçekleştirmesinin piyasadaki arz fazlası spekülasyonlarını alevlendirmesi ile petrol fiyatları düşmeye başlamıştır. Dünyanın üçüncü en büyük ekonomisi Japonya, ekonomisinin üçüncü çeyrekte daralmasının ardından resesyona girmiştir.
Bu durumda, OPEC üretiminin dörtte birini gerçekleştiren S.Arabistan grubun içinde en çok kayba uğrayan ülke olmaktadır. S.Arabistan ile birlikte başta Rusya olmak üzere Kanada, Norveç ve Kazakistan gibi net petrol ihracatı yapan ülkeler de sıkıntıya düşmeye başlamıştır.
2014 Yılının Haziran ayında son 1 yılın zirvesini yakalayan petrol fiyatları, Ekim 2014’de keskin bir düşüş yaşamış %25 altına inmiştir. Şikago Borsası’ndaki kontratların fiyatlarını belirleyen Batı Teksas petrolünün (WTI) fiyatı varil başına 81 $’ın altına inmiştir.
Petrol fiyatları jeopolitik problemlerin yaşandığı Rusya ve Ortadoğu gibi önemli üretim bölgelerindeki dönem dönem 3,5 milyon varile kadar çıkan üretim kaybına rağmen düşmektedir. Petrol üretimi ve fiyatlamasında son yıllarda ortaya çıkan bazı yapısal değişimler bulunmaktadır. Bunlar arz açığını fazlasıyla kapatmaktadır.
İki yıl öncesine kadar dünyanın en büyük ithalatçılarından biriyken artık kendine yetmeye başlayan ABD’deki kaya petrolü (ve gazı) üretimi. ABD’nin 2008 yılında günde 4,9 milyon varille dip yapan ham petrol üretimi bugün 8,5 milyon varile ulaşmıştır. Bu üretim artışı S.Arabistan dışında tüm OPEC üyelerinin toplam üretimi kadardır. Uluslararası Enerji Ajansı (EIA) , ABD’de halen 58 milyar varillik bir çıkarılabilir kaya petrolü rezervi bulunduğunu tahmin etmektedir. Bu durum, petrol piyasası için uzun yıllar devam edecek bir yapısal değişim anlamına gelmektedir. Henüz ABD petrol üretim fazlasını ihraç etmektense içerde fiyatları düşük tutmak amacıyla kullanmak istemektedir. Net ithalatçı konumundan çıkması fiyatları aşağı doğru baskılarken ihracat potansiyeli de fiyatlar üzerinde geleceğe yönelik önemli bir tehdit olarak yorumlanmaktadır.
Son fiyat düşüşünün yorumu olarak, S.Arabistan’ın ABD’deki kaya petrolü üretimini ve politik olarak kendi çıkarlarına ters hareket etmekte olan Rusya ve İran’ı cezalandırmak için fiyat düşüşüne özellikle göz yumduğu şeklindedir.
Sonuç: Rusya’nın Orta Doğuda Gelecekteki Politikası
28 Mayıs 2014 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama West Point mezuniyet törenlerinde Amerikan dış politikasının küresel yaklaşımıyla ilgili önemli ipuçları veren bir konuşma gerçekleştirdi. Başkan Obama, bir bakıma kendisine yönelen eleştirilere güçlü bir biçimde cevap vermeye çalıştı. Bunu yaparken de “güç” kullanımı yerine diplomasi, uluslararası hukuk ve ittifak ilişkilerini ön planda tutacağını destekleyen argümanlar sunmuştur.
Obama konuşmasında, askerî güç kullanımı alanını olabildiğince sınırlayan bir yaklaşım öne sürmüştür. Buna yaklaşıma göre, “ABD halkı, toprakları ve yaşam tarzı ile ABD’nin müttefiklerinin güvenliğini tehlikeye atabilecek gelişmeler” olarak nitelendirdiği “temel çıkarlar” dışında, askerî güç kullanılmayacaktır, bunun yerine uluslararası kuruluşlar, uluslararası hukuk ve ABD’nin müttefikleri ile oluşturduğu meşruiyet üzerinden hareket edilmesi öngörülmektedir. Obama’nın Asya-Pasifik eksenli dış politikası izlemesi Orta Doğu’da Rusya’ya bölgedeki boşluğu doldurma imkânı vermiştir.
Ancak analistlerin genel görüşü Moskova’nın izlediği Orta Doğu politikasıyla beklediği önemli sonuçları elde edemediğidir. Moskova, kendi çıkarlarını ’da gözeterek İran ve Suriye’yi yaptırımlardan ve müdahalelerden korumayı başarsa da, Rusya’nın bugün Orta Doğu’da etkili bir konumdan ziyade saygınlık peşinde olduğu düşünülmektedir.
Batı’dan farklı bir tutum izleyerek Moskova, bir taraftan ABD’nin Rusya’nın yakın çevresiyle ilgilenmesine karşılık ABD’nin işini zorlaştırmaya çalışmakta, diğer taraftan da “artık sahnede ben de varım” görüşünü kabul ettirmeye çalışmaktadır.
Moskova’nın mevcut politikası, bugün Rusya’nın ekonomik çıkarlarını gözetse de ABD’nin bundan sonra yapacağı askeri operasyonlar Irak örneğinde olduğu gibi Rusya’yı zarara uğratma riski taşımaktadır. Bu zararların ise muhtemel operasyonlar sonucunda yeniden artacak petrol ve gaz fiyatlarıyla da kapatılmayacak düzeyde olma riski yüksektir.
Bu riski destekleyen gelişmeler “Rusya’nın Ortadoğu Politikasında Enerji Faktörü” başlıklı bölümde, son yaşanan ABD tarafından düşürülen petrol fiyatlarının etkisinde incelenmişti. Ayrıca IŞİD konusunda ABD ve koalisyon güçlerinin Suriye’ye olası kara harekâtı ve devamında Esad’ı devirme sürecine varması Rusya’nın Ortada Doğu’da istikrar arayışını sekteye uğratacaktır. Bu konuya “Rusya’nın Arap Bahar’ına Farklı Bakışı: Suriye” başlığında, Moskova’nın Suriye’yi desteklemesinde Doğu Akdeniz’de varlığını pekiştiren Tartus askeri deniz üssü ’nün öneminden söz etmiştik.
Obama yönetimi Soğuk Savaş sonrası konjonktürün gerçekleriyle uyumlu bir biçimde Rusya ile düşmanca ilişkiler yürütülmesinden yana olmamıştır. Ilımlı ve liberal bir görüntü sergileyen Medvedev’in döneminde bu gerçekleştirilebilmiş ve Vladimir Putin’in başkanlığa geri dönüşü ile devam ettirmeye gayret etmiştir.
Sonuç bölümünde “ Rusya’nın Orta Doğuda Gelecekteki Politikası” nı incelemeye çalışırken, Obama dönemi Hükümeti’nin iktidara geldiği 2009’dan bu yana değişen “Amerika’nın ihtiyatlı yeni dış politikası” çerçevesinde Brzezinski’nin tabir ettiği; “Kilit stratejik ilişkiler” olarak nitelendirdiği “ABD-Rusya” ve “ABD-Çin ilişkileri” ne kısaca değinmek söz konusu çalışmamın anlaşılmasında katkı yapacaktır.
“Kilit stratejik ilişkiler” olarak nitelendirdiği ABD-Rusya ve ABD-Çin ilişkileri hakkında ise Brzezinski son derece temkinli ve mesafeli bir iyimserlik sergilerken, Washington’daki muhafazakâr çevreler Obama’nın her iki süper güce yönelik politikalarını açıkça eleştirmektedirler. Dönemin eski Rusya Federasyonu Başkanı Dimitri Medvedev ile Başkan Obama Nisan 2009’da Londra’da yapmış oldukları ilk görüşmede, “Soğuk Savaş zihniyetini aşmak ve ilişkilerde yeni, taze bir başlangıç yapmak” amacında olduklarını açıklamışlardır. 2008 yılında Gürcistan krizinde gerilen ilişkileri tamir etme yönünde Rusya’ya karşı yürütülecek siyaset, Amerikalılar tarafından “sıfırlama” (reset) olarak adlandırılmıştır. Bu konunun merkez noktasını, “gerçekleri göz ardı etmeden işbirliği yapma fikri” oluşturmaktadır. Aslında bu işbirliği 11 Eylül saldırılarından sonra başlamış, kendi topraklarındaki Müslüman toplulukların girişebileceği eylemlerden çekinen Kremlin, Afganistan operasyonları çerçevesinde hava sahasının kullanımını Amerikan savaş uçaklarına açarak kökten dinci teröre karşı mücadeleye katkıda bulunmaya karar vermiştir.
Temsilciler Meclisi’nin Cumhuriyetçi Başkanı John Boehner’a göre bu, “ABD’nin Rus rejiminin otoriter ve genelde Batı karşıtı duruşunu görmezden gelmesidir. Füze Kalkanı projesinde Doğu Avrupa’daki füze konuşlandırma alanlarını kısıtlamasını, Gürcistan’a silâh satışını askıya almasını ve ikili ticarî çıkarlar ışığında Rusya’nın 18 yıllık bir müzakere sürecinden sonra Dünya Ticaret Örgütü’ne üyeliğini onaylamasını sağlamıştır.” Sıfırlama politikası çerçevesinde START Antlaşması’nın imzalanmış olmasının bu geri adımları dengelemek için yeterli olmadığı görüşünü savunan Boehner, Obama yönetiminin Rusya’daki demokrasi ve insan hakları konusunun sıfırlama politikasının ikinci aşamasını oluşturacağı fikrini ise inandırıcı bulmamakta ve “asıl birinci aşama bu olmalıydı” diyerek eleştirmektedir.
Rusya’nın bu konudaki genel tavrı, Suriye ile ilgili BM Güvenlik Konseyi kararını veto etmesi ile tutarlılık arz etmektedir. Muhalefetin bu görüşlerine karşın Başkan Obama Kongre önünde Füze Kalkanı projesinin gizli teknik verilerini Rusya ile paylaşmaya hazır olduğunu açıklamıştır.
Eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Rodham Clinton’ın Kasım 2011 tarihli Foreign Policy’de yayınlanan “America’s Pasific Century” başlıklı yazısı ki bir nevi dış politika deklarasyonu olarak da adlandırılabilir, Birleşik Devletler’in bundan sonraki ilgisini Afganistan veya Irak değil, uluslararası politikanın inşa edileceği “Asya” üzerinde yoğunlaştıracağı ve ABD’nin de bu hareketin merkezinde bulunacağı; ayrıca Obama yönetiminin Asya’daki mevcut meydan okumalara ve fırsatlara dikkat çekmek için istekli olduğu; sadece Doğu Asya Zirvesi’nde koltuk kazanmakla kalmayıp, Asya’ya yönelik dış politikasına da yeniden yön verme eğiliminde olduğu şeklinde değerlendirebiliriz.
Putin’in de yüzünü Pasifik’e çevirmesinde Arap Baharı ile çalkalanan Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler de etkili olmuştur. Rusya’nın bölgede siyasi nüfuzu ile birlikte silah satış pazarını ve en stratejik deniz üssünü de kaybetmek üzere olduğunu söylemek mümkündür. Moskova, Suriye’ye yönelik askerî müdahaleyi Çin’in desteği ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde üç kez veto ederek engelleyebilmiştir. Russia Today televizyonuna zirve çerçevesinde açıklamada bulunan Putin, “Rusya ve Çin ilişkileri en yüksek seviyede. Siyasi ve ekonomik alanda karşılıklı olarak en güçlü güvene sahibiz.” değerlendirmesinde bulunmuştur. Bağımsız Devletler Topluluğu, Şanghay İşbirliği Örgütü ve APEC ülkeleri ile Asya-Pasifik hattında kurulacak yeni güç merkezi, Kremlin’in çok kutuplu dünya hedefi için stratejik olarak değerlendirilmektedir.
Sonuç olarak Obama’nın mevcut dış politikası, özellikle Rusya ile olan ilişkileri Cumhuriyetçiler tarafından eleştirilmektedir. Son yapılan Kongre seçimlerinde ciddi sandalye kaybeden Demokratların yenilgisi ve Obama’nın başkanlık süresinin son iki yılına girmesi ile genel dış politikasında tam radikal olmasa da gevşemeler ve çözülmeler olacaktır. 2016 seçimlerinin ardından Cumhuriyetçilerin iktidara gelmesi halinde, Suriye’de ABD ve Rusya’nın birebir karşı karşıya gelmeleri söz konusu olabilir. ABD’nin Rusya’ya karşı gerek petrol fiyatlarını kontrol ederek, gerekse de enerji yollarında hâkim olma üstünlüğünü kullanarak öne çıkmak isteyişi Rusya’nın tek Akdeniz’e çıkış yolu olan Suriye’de ilişkileri kilitleye bilir. Buna ek olarak, Amerika’nın Rusya Federasyonun zayıf noktası olan “mikro milliyetçilik” Müslüman etnisitelerini harekete geçirmesi olası hamleleri arasındadır. Buradan Arap Bahar’ının çıkış noktasının artık gerçek amacının dışına çıktığı, çok kutupluluğun hâkim olduğu günümüzde küresel güçlerin enerji savaşlarına döndüğü sonucuna varabiliriz.
KAYNAKÇALAR
Kitaplar
Dursunoğlu, A., Suriye’de elde var sıfır, Önsöz Yayıncılık,2012, İstanbul.
Kamalov,İ.,Putin Dönemi Rus Politikası: Moskova’nın Rövanşı, Yeditepe Yayınları,2008,İstanbul.
Türkmen, F.,Türkiye ABD İlişkileri “Kırılgan İttifaktan ‘Model Ortaklığa”, İstanbul: Timaş Yayınları,2012.
Yıldırım,Y. Atlıoğlu,Y.,(ed.),Değişen Ortadoğu’da Değişmeyen Sorunlar, Dora Yayınları,2014,Bursa.
Elektronik Yayınlar (Makale Raporlar)
Clinton, H., (01.11.2011). America’s Pasific Century.
http://www.foreignpolicy.com/articles/2011/10/11/americas_pacific_century [Erişim Tarihi:07.11.2014].
Çağıran, M.E., Güvenlik Konseyinin Libya’ya Askeri Müdahale Kararı, Ortadoğu Analiz, Nisan 2011 – Cilt: 3 – Sayı: 28, http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/201146_kapakkonu4.mehmet.emin.cagiran.28.pdf [Erişim Tarihi: 06.11.2014].
Erhan, Ç., (2012), Rusya, Suriye Konusunda Neden Direniyor?, (06.07.2012), Usak Stratejik Gündem,http://www.usakgundem.com/yazar/2472/rusya-suriye-konusunda-neden-direniyor.html [Erişim Tarihi:12.11.2014].
Erhan,Ç.,(2014), Doğu Akdeniz’de Enerji Mücadelesi, (26.20.2014), Türkiye Gazetesi, http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-cagri-erhan/582915.aspx [ErişimTarihi:12.11.2014].
Erşen,E.,(2014), Rusya’nın Arap Baharı Politikası, Ortadoğu Analiz,6,(61),ss.78-81. http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2014320_22emreersen.pdf [Erişim Tarihi:07.11.2014].
Kasım,K.,(2012),Arap Baharı’nın Rusya’ya Etkileri, Analist Dergisi,2,(11),Ocak 2012,ss.50-51.http://www.usakanalist.com/detahttp://www.usakanalist.com/detail.php?id=658il.php?id=327 [Erişim Tarihi:07.11.2014].
MUNDI, http://www.indexmundi.com/commodities/?commodity=crude-oilmonths=60 [Erişim Tarihi:07.11.2014].
Şir, A.Y.,(2009), Rusya Federasyonu’nun Ortadoğu Politikası Çerçevesinde Gazze Krizine Yaklaşımı, Ortadoğu Analiz, (1), 2, ss.29-38.
http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2009214_yavuz.subat.pdf [Erişim Tarihi:12.11.2014].
Trenin,D.,(2013), Rusya’da Arap Baharı Algısı, Analist Dergisi, 3,(30), Ağustos 2013, s.40. http://www.usakanalist.com/detail.php?id=658 [Erişim Tarihi:07.11.201].
Varol,T.,(2011), Arap Baharı Rusya Kapılarında, 21.Yüzyıl Dergisi, (36), Aralık 2011, ss.35-41.http://www.21yuzyildergisi.com/assets/uploads/files/Tu%C4%9F%C3%A7e%20Varol(1).pdf [Erişim Tarihi:12.11.2014].
Haberler (Online)
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “Gerçek konuşma” televizyon “Kanal 3″ Soloviev, (13 Mart 2011 ), http://www.mid.ru/brp_4.nsf/sps/E35AC8110082ABCBC3257852004AF20E, [Erişim Tarihi:06.11.2014].
Putin, V., Vladimir Putin on foreign policy: Russia and the changing world,27.02.2012, http://valdaiclub.com/politics/39300.html [Erişim Tarihi:06.11.2014].
Geçiş hükümeti önerisine Rusya’dan destek, (28.06.2012), http://www.ntvmsnbc.com/id/25362216/ [Erişim Tarihi:12.11.2014].
Cenevre’den net bir sonuç çıkmadı, (01.07.2012), http://www.dunyabulteni.net/haber/216629/cenevreden-net-bir-sonuc-cikmadi [Erişim Tarihi:12.11.2014].
Rusya ve Değişen Dünya, Moskova News, (27.02.2012), http://www.mn.ru/politics/20120227/312306749.html [Erişim Tarihi:06.11.2014].
Rusya’nın Libya’da yeni hükümetle iktisadi ilişkileri geliştirmeye çabalaması, (15.01.2013), İran Turkish Radio, http://turkish.irib.ir/guncel-yazilar/siyasi-yorumlar/item/275329-rusya%E2%80%99n%C4%B1n-libya%E2%80%99da-yeni-h%C3%BCk%C3%BCmetle-iktisadi-ili%C5%9Fkileri-geli%C5%9Ftirmeye-%C3%A7abalamas%C4%B1 [Erişim Tarihi: 06.11.2014].
Rusya ve Mısır arasında ‘yeni işbirliği’, (14.11.2013), BBC, http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/11/131114_rusya_misir_2 [Erişim Tarihi:06.11.2014].
17 Mart 2011 tarihli Güvenlik Konseyi kararı için bkz: Resolution 1973 (2011), http://www.nato.int/nato_static/assets/pdf/pdf_2011_03/20110927_110311-UNSCR-1973.pdf [Erişim Tarihi:06.11.2014].
Robert, R., Libye: les autres cinq du Conseil de sécurité de l’ONU (18.03.2011), Slate, http://www.slate.fr/story/35801/libye-conseil-securite-onu [Erişim Tarihi:06.11.2014].
Putin Haçlı Seferi dedi, Medvedev eleştirdi, (21.03.2011), http://t24.com.tr/haber/putin-hacli-seferi-dedi-medvedev-elestirdi-moskova-aa,134335 [Erişim Tarihi:06.11.2014].
Buckley, N. (Ed.), (19 Haziran 2011) , Transcript: interview with President Dmitry Medvedev, http://www.ft.com/intl/cms/s/0/4bfa1f38-9a90-11e0-bab2-00144feab49a.html#axzz3INU9P8br [Erişim Tarihi:07.11.2014].
M.Kupinov, “Segodniya Siriya, Zavtra Rossiya”, http://www.segodnia.ru/123738 [Erişim Tarihi:07.11.2014].
Boehner,J.,“The Risks of the Reset:Why Washington Must Watch Its Step with Moscow”, Keynote address at the Heritage Foundation Conference, October 25.2011, www.heritage.org [Erişim Tarihi:07.11.2014].
Herbert London, “Obama Accomodates Russia in Defense Deals”, Newsmax, (24.01.2012), www.newsmax.com [Erişim Tarihi: 07.11.2014].
Akkan, F., “Rusya, ‘Pasifik’te ben de varım’ diyor.” (08.09.2012). http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1342571 [Erşim Tarihi:07.11.2014].
Özel,S.,Petrol fiyatlatları neden düşüyor? (22.10.2014), Zaman Gazetesi, http://www.zaman.com.tr/saruhan-ozel/petrol-fiyatlari-neden-dusuyor_2252254.html [Erişim Tarihi:19.11.2014].
Brent petrolü ‘OPEC ve İran’ ile geriliyor.(18.11.2014),Bloomberg, http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1666261-brent-petrolu-opec-ve-iran-ile-geriliyor [Erişim Tarihi:19.11.2014].