Geçenlerde Ege’de sahile vuran 3 yaşındaki Suriyeli Aylan’ın minik, cansız bedeni, dev bir etki yapmış ve dalga dalga yayılarak, uzun zamandır Suriyeli mülteciler konusu vurdumduymaz davranan dünyanın suratına tokat gibi çarpmıştı.
Sahile vuran minik Aylan’ın cansız bedeni, bu zulmün ilk kurbanı değildi.
2011’den beri devam eden Suriye direnişini yok etmeye çalışan Suriye diktatörü Beşşar Esed’in zulmünden dolayı, yüzbinlerce insan katledilmiş ve milyonlarca Suriyeli, mülteci durumuna düşmüştü.
Minik Aylan’dan daha önce binlerce ailenin ocağı sönmüştü denizlerde. Kimileri, umuda yolculuk için bindikleri çürük teknelerin hırçın dalgalarda alabora olması sonucu oracıkta boğulmuştu. Kimileri de bindikleri teknelerde, mafya tarafından önce pasaport ve kimlikleri toplanmış sonra da boyunları kırılarak denize bırakılmışlar ve sonra da sahillere vurmuştu cansız bedenleri.
Bir yandan Suriye’de direniş devam ederken, diğer yandan ortaya çıkan Suriyeli mültecilere Türkiye’nin büyük özverisinin yanında Suriye’ye sınırı olan fakat kötü şartlarda misafir edilen Ürdün, Lübnan ve Mısır gibi ülkeler kapılarını açmıştı.
Türkiye, yaklaşık 2.5 milyon Suriyeli mülteciye kapılarını açmış ve büyük bölümünü en iyi şartlarda ağırlamaya çalışmıştı. Mülteci kampların dışına çıkan Suriyeli mültecileri de Türkiye halkı, lokal bir iki küçük sorunları dışında bağrına basmış ve Suriye halkının yardımına koşmuştu.
Türkiye, göç konusunda Osmanlıdan bu yana, 1864 büyük Çerkez sürügününden beri bir iç kale görevi görmüş ve Balkanlardan Afganistan’a, Bulgaristan’dan Çeçenistan’a zor durumda olan mazlumlar için sığınılacak bir liman vazifesi ifa etmişti.
Türkiye, Suriyeli mülteciler konusunda bu kadar özverili davranırken uygar dünya! bu soruna sırtını dönmeyi tercih etmiş ve BM dahil bütün dünya, üç maymunu oynamıştı.
Minik Aylan’ın cansız bedeni, dünyada gündem olmasının yanısıra, aynı zamanda birkaç soruyu da gündeme taşıdı. Bu sorulardan biri, Avrupa, neden Suriyeli mülteci almıyor; diğeri de Suudi Arabistan dahil körfez ülkelerinde neden Suriyeli mülteci yok sorusuydu.
RANTİYE DEVLETLER
Suudi Arabistan ve körfez ülkelerinden Katar, BAE, Kuveyt, Umman ve Bahreyn gibi ülkelerin diğer Arap ülkelerinden bazı farkları bulunuyor.
Konumuz gereği biz burada Suudi Arabistan dahil ekonomisi çoğunlukla petrol ve doğalgaza dayanan ve monarşik yapıda olan bu körfez ülkelerinin Arab baharı dahil etraflarındaki bunca olaya bu kadar duyarsız davranıyor görünmesini ve kendi ülkelerini bu protesto ve karışıklıklardan uzak tutmayı başarmış! olmalarını Rantiye Devletler Teorisine göre açıklamaya çalışacağız.
İngliz Adam Simith’in kira gelirleriyle diğer gelirleri ayırmasından ve yeraltı kaynaklarını da kira geliri içinde değerlendirmesinden mülhem Rentier (Rantiye) kavramı, ilk olarak Hüseyin Mahdavy’nin 1970 yılında yayınladığı ve İran örneğinde ele aldığı teorik yaklaşıma * ve daha sonra Mısırlı ekonomist, Hazem Beblawi ve Giacomo Luciani’nin Arab Devletleri örneğini ele aldıkları eserlerine ** kaynaklık etmiştir. Mahdavy, Beblawi ve Luciani, Rantiye Devletler teorisi bağlamında, çoğunlukla yer altı kaynaklarını yurtdışına satarak gelir elde eden bu ülkeleri ekonomik, idari ve devlet-toplum ilişkileri üzerinde yaptığı etkileri incelemişlerdir.
Rantiyeci Devlet Teorisine göre; ülke, gelirlerinin yüzde 40’tan fazlasını tek kaynaktan sağlaması, o ülkenin rantiyeci bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Doğal kaynak rantı, dünya genelinde en fazla olan yerlerden biri de İran ve Libya’ın yanısıra Körfez bölgesidir.
Rantın dışarıdan temini ülkenin hem siyasi yapısını hem de kalkınma biçimini etkileyebilir. Devlet gelirinin büyük bir kısmını dışarıdan elde ettiğinde iç kaynaklar üzerindeki vergilendirme baskısı da azalır.
1970’lerden sonra petrolden yüksek oranda kar elde edilmesiyle Körfez ülkeleri vatandaşları vergiden muaf tutulmaya başlandı.
Ekonomi-Politik uzmanı, Profesör Mick Moor’un Rantiye Devletler hakkındaki analizinde *** bahsettiği gibi Rantiye Devletlerin dışabağımlı bir ekonomi yürütmelerinde çeşitli riskler ortaya çıkabilir. Bunlar şöyle özetlenebilinir:
- Bu da vergi yoksa temsil de yok söylemi sonucunda devlet toplumdan uzaklaşabilir
- Ülke geliri diğer ülkelerin gelirine endekslendiğinden dış müdahalelere açık hale gelebilir.
- Ülke içinde rant kaynağını ele geçiren kesim askeri darbe yapabilir.
- Statükonun devam ettirilebilmesi için sivil siyaset önüne engeller konulabilir
- Statüko devam edebilmesi için yapılan harcamalar şeffaflığı yokedebilir
- Şişen bürokrasi, verimsizliğe yolaçabilir.
Gelirlerinin yüzde 40’tan çok çok fazlasını petrolden elde eden Rantiye Körfez ülkelerinin, petrol üretim kapasiteleri 1972’den günümüze artarak devam etmiştir. Petrol gelirlerini yüzde olarak verecek olursak Kuveyt (88%); Katar (87%); BAE (84%); Umman (81%); Suudi Arabistan (75%); Bahreyn (60%) gibi bir kapasite olduğunu görürüz.
Körfez ülkelerinin Rantiye Devlet Teorisine göre anlamak için bu ülkelerin kısaca tarihsel ve ekonomik yapılarına göz atmakta yarar var.
KUVEYT
Yaklaşık 250 yıldır El Sabah ailesinin yönetiminde olan Kuveyt’in 4 milyona yakın nüfusundan sadece 1.3 milyon kişi Kuveyt vatandaşıdır. Nüfusun geri kalanının %30’u diğer Araplardan %40’ı da Asya ülkelerinden oluşmaktadır. Yıllık geliri kişi başına 70 bin dolar civarındadır.
Osmanlı İmparatorluğu ve Kuveyt ilişkileri 19. Yüzyıllın ikinci yarısına kadar (1871) İran faktörü yüzünden inişli çıkışlı bir seyir izlemiş ve körfezde Osmanlı-İran rekabetine konu olmuştur. 1871 yılında Mithat Paşanın Basra eyaletine bir çekidüzen vermesiyle Kuveyt, Osmanlı egemenliğini tanımıştır. Ancak 1899’da Britanya İmparatorluğu’yla yaptığı anlaşmayla, Britanyalıların güvencesi ve denetimi altında yarı bağımsızlık kazanıldı ve Kuveyt bu tarihten 1. Dünya savaşı sonuna kadar da Osmanlı-İngiliz rekabet sahasındaydı.
İngiltere’nin Kuveyt‟i koruyacağını garanti ettiği anlaşmada Şeyh Mübarek de aşağıdaki maddeleri kabul etmişti.
1- Kuveyt Emiri Şeyh Mübarek, mirasçıları ve ardılları İngiltere’nin iznini almadan, hiçbir
devletin temsilcisini veya Ajanını kabul etmeyecek, topraklarından yararlanmalarını izin
vermeyecektir.
2- Kuveyt Emiri Şeyh Mübarek, mirasçıları ve ardılları İngiltere’nin izni olmadan topraklarını
hiçbir devlete bırakmayacak, kiralamayacak, satmayacak, ipotek etmeyecek veya toprağının herhangi bir amaç için kullanılmasına rıza göstermeyecektir.
1930’ların sonlarına doğru ülkedeki zengin petrol yatakları keşfedilmeye başlandı. 1961’de Birleşik Krallık’tan ayrılarak resmiyette tam bağımsızlık kazandı. 1946-1982 arası petrol üretimi had safhadaydı. 1990’da, sınır komşusu Irak tarafından işgal edildi. 7 ay süren işgal, ABD’nin başı çektiği koalisyon güçlerinin müdahalesiyle sonlandı. Irak güçleri Kuveyt’ten çekilirken, 773 kadar petrol kuyusunu yakarak büyük bir çevre felaketine sebep olurken, ülke ekonomisine de darbe indirmiş oldu. Savaşın ardından harap olan ülkede yeniden yapılanmaya gidildi.
Kuveyt, 1899’dan beri bağımsız da olsa İngiltere ve Amerika’nın kontrolünde zengin yer altı kaynaklarını bu ülkelerin hizmetine sunmuş durumda. Ülke nüfusundan fazla olan yabancı nüfusu da İngiliz sömürge ülkelerinden gelenlerin, yerli halkın hamiliğinde sadece çalışma izni alarak ikameti sonucunda oluşan nüfustur.
KATAR
Katar, kişi başına düşen 100 bin dolarlık yıllık geliriyle dünyanın en zengin devletidir. Ülke nüfusunu oluşturan 2 milyon kişiden sadece 400 bine yakını Katar vatandaşıdır. Geri kalan nüfus Asya ülkelerinden Katar’a gelmiş ve hamilik sistemine göre çalışan kesimi oluşturmuştur.
1852’de fiili olarak Osmanlı Devleti’nin egemenliğine giren Katar 1871’de Basra vilayetine bağlanmıştır. 1916’da Osmanlı Devletinden kopan Katar, İngiliz egemenliği altına girmiştir. 1971’de resmi olarak İngiliz egemenliğinden ayrılan ve bağımsızlığını ilan eden Katar, ekonomik olarak hızlı bir tırmanışa geçmiştir.
Geçimini balıkçılık ve inci avcılığı yaparak sağlayan Katar, 1940’lı yıllarda petrolün daha sonra da doğal gazın bulunmasıyla ekonomisi hızlı bir şekilde gelişmiş ve kişi başına düşen yıllık gelirle Dünyanın ilk sırasında yer almıştır.
Ülkede hemen hemen hiçbir tüketim maddesi üretilmemekte, hepsi dışarıdan ithal edilmektedir.
Ülke, dünyadaki en çok gaz rezervlerine sahip ülkeler arasındadır. 1 tanesi karada 6’sı açık denizde olmak üzere toplam 7 adet doğalgaz üretim noktası vardır.
Katar yönetim olarak monarşik sisteme göre yönetilir. Katar’ı yöneten Sani ailesi genellikle içeriden oğlun babaya darbe yapması şeklinde bir geleneğe sahiptir.
Katar, diğer körfez ülkelerinden farklı olarak başta çocuk eğitimi olmak üzere yüksek öğrenim, , medya (El cezire TV) ve bilim merkezi çalışmalarıyla petrol ve doğal gaz dışı bir alan oluşturmaya çalışmaktadır.
Katar’da kadınların yabancılarla evliliği yasaktır. Erkeklerin yabancılarla evliliklerinde de kısmi yaptırım mevcuttur.
BAHREYN
Katar gibi balıkçılık ve inci avcılığıyla geçimini sağlayan ülke 1931’de petrolün bulunmasıyla ekonomik olarak hızlı bir yükselişe geçmiştir.
1.3 milyon nüfusa sahip Bahreyn’in yarısından biraz fazlasını Asya kökenli yabancı işçiler oluşturur.
16. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı-Portekiz ve İran arasında rekabete sebep olan Hürmüz boğazı ve Bahreyn bir müddet Osmanlı egemenliğine girmiş ancak Osmanlı Devleti’nin yeterince bölgeye ağırlığını verememesi yüzünden bölge, İngiliz-Hollanda egemenliğine geçmiştir.
Bahreyn 1971 yılında İngiltere’den resmen bağımsız olmuştur.
Bahreyn 2006 yılında Arap dünyasının en hızlı büyüyen ekonomisi oldu. Banka sektörünün büyük gelişimi , özellikle İslami Bankacılıktaki gelişme, bölgedeki büyük ekonomik gelişmenin etkisi ile çok hızlı gelişmiş ve bu büyüme sayesinde 2008 yılında dünyanın en hızlı büyüyen finans merkezi ünvanını almıştır.
Ekonomide tarihsel olarak Bahreyn, petrol üretimi ve inci üretimi ile tanınmaktadır. Fakat 20. yüzyılda petrol tüketiminin artması ile Petrol tüm Arap ülkelerinde olduğu gibi, Bahreyn’de de lokomotif güç olmuştur. Petrol ticaretinin; ülke ihracatındaki oranı %60, ülke gelirlerindeki oranı %60, Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’daki (GYH) oranı %30’dur.
İletişim ve Ulaştırma faaliyetlerinin ülkede çok hızlı gelişmesi ile ülke yabancı yatırımcılar için bir çekim merkezi oldu. öyle ki Amerika Birleşik Devletleri ile 2004 yılında serbest ticaret anlaşması imzaladı (US-Bahrain Free Trade Agreement). Söz konusu anlaşma ile iki devlet arasındaki gümrük vergileri azalması öngörülüyor.
BİRLEŞİK ARAB EMİRLİKLERİ
16. ve 17. Yüzyıllarda Osmanlı-Portekiz rekabetine sahne olan bölge 19. Yüzyıldan itibaren İngilizlerin etkisine girdi. Bölge ticaretini kendi egemenlikleri altına almaya çalışan İngilizler, bölgedeki baskısını artırmış ve 1820 yılında bir anlaşma ile kıyı bölgelerine hakim oldular. Kıyı bölgeleri, 1873 – 1947 arasında İngiliz Doğu Hint Şirketi, sonraki yıllarda da İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından yönetildi.1971 yılında İngilizlerin Basra Körfezi’nden çekilmesi üzerine, Dubai, Abudabi, Acman, Füceyre, Resü’l -Hayme, Şarika ve Ümmül-Kayveyn gibi bölgedeki emirlikler, Birleşik Arap Emirlikleri adı altında bir federasyon oluşturdu . Anayasası ise, yine 2 Aralık 1971’de oluşturulmuştur.
Yaklaşık yıllık 377 milyar dolar geliriyle, Körfez ülkeleri içinde Suudi Arabistan’dan sonra ikinci büyük ekonomiye sahip olan Birleşik Arap Emirlikleri’nin en önemli gelir kaynağı petroldür. Dubai hariç emirliklerin çoğunun gelir kaynağı petrol ve doğal gazdır. En büyük petrol üreticisi de Abu Dabi’dir. Petrol, Birleşik Arap Emirlikleri’nin gelir kaynaklarının %77’sini oluşturur.
Birleşik Arap Emirlikleri’nin hem Basra Körfezi, hem de Umman Denizi boyunca uzun birer kıyısının olması balıkçılık ve inci avcılığı imkânı vermektedir. Birleşik Arap Emirlikleri’nde de İnci ticareti petrol ve doğal gaz kaynaklarının bulunması sonrası eski önemini kaybetmiş olsa da balıkçılık yine bir gelir kaynağı olarak sürdürülmektedir.
Birleşik Arap Emirlikleri’nin büyük emirliklerinden biri olan Dubai, aynı zamanda bir ticaret merkezidir. Bu şehirde Raşid ve Cebeli Ali limanı adlı iki büyük limanın bulunması şehre ticari yönden canlılık kazandırmaktadır. Adı geçen limanlar vasıtasıyla ülkenin dünyayla deniz bağlantısı sağlanmaktadır. Dubai’nin bir ticaret merkezi olmasında buranın yönetiminin ekonomik politikasının da etkisi olmuştur. Dubai yönetimi yabancı sermaye sahiplerine ve ticaretçilere her türlü kolaylığı sağlamaktadır. Dubai’de serbest medya bölgesi gibi vergiden muaf ticaret bölgeleri mevcuttur. Dubai’nin yanı sıra Ebu Zaby’da da geniş kapasiteli, modern donanımlı iki uluslararası liman bulunmaktadır. Dış ticarete önem verilmesi ve yabancı sermaye sahiplerine kolaylık sağlanması ülkede bankacılık sektörünün gelişmesine de imkan sağlamıştır. Çalışanların üçte ikisinin Asyalılardan oluştuğu belirlenmiştir. Yabancıların ülkede ucuz bir işgücü olarak değerlendirilmesi toplumdaki sosyal dengelerin bozulmasına yol açmıştır.
UMMAN SULTANLIĞI
Hint Okyanusu ve Basra Körfezi’nin kesiştiği bölgede yer alan umman, aynı zamanda köle ticareti yapan ender İslam ülkesi olarak tarihteki yerini almıştır.
Arap yarımadasının güney batı kısmına düşen bölge insanı, Hariciye mezhebinin İbadiye koluna mensuptur.
16. yüzyılda bu bölge de Osmanlı-Portekiz rekabetine sahne olmuş ve Osmanlı İmparatorluğu, 1552’de Muskat’ı fethederek kısa sürede olsa bölgeye egemen olmuştur. Daha sonra Kıyı bölgelerini Portekiz egemenliğine veren Umman, Osmanlı İmparatorluğunun destek vermesiyle Portekizlileri, 1624’te imam seçtiği Nasr bin Mürşid idaresinde Umman bölgesinden çıkarmış ve Doğu Afrika’da da kısmi hakimiyet sağlamıştı.
18. yüzyılda Hinavi ve Gafiri kabileleri arasında başlayan iç savaş, İran hükümdarı Nadir Şah’ın 1737’de Umman’ı ele geçirmesiyle sonuçlandı. İran kuvvetlerini yenilgiye uğratan ve tarafların uzlaşmasıyla imamlığa seçilen Ahmed bin Said, güçlü bir yönetim kuran, bin Said hanedanının temellerini attı. Önce Seyyid, daha sonra da, sultan olarak anılan hanedan üyeleri, yeni fetihlerle Umman’ın deniz ticaretini güvence altına aldılar. İngilizlerle sıkı bir işbirliğine giden Said bin Sultan (1806-56) Zangibar’ı önemli bir gelir kaynağı durumuna getirdi.Onun ölümünden sonra Umman ve Zangibar hanedanın iki ayrı koluna geçti.
19. yüzyıldan itibaren İngilizlerin bölgede ağırlığı koymasından Umman da nasibini almıştı. Umman’da İbadiyye imamına bağlı kabilelerin saldırılarına karşı koyamayan Teymur bin Faysal (1913-32), İngilizlerin arabuluculuğuyla iç kesimde özerk bir imamlık yönetimi kurulmasını kabul etti. Suudi Arabistan’dan destek gören İbadiyye imamının bağımsızlık girişimini gene İngilizlerin yardımıyla boşa çıkaran ve 1959’da bütün ülkede denetimi sağlayan Said bin Teymur’un (1932-70) baskıcı politikaları, 1965’te Dofar bölgesinde isyana sebep oldu. Bir saray darbesiyle babasının yerine geçen Kabus bin Said, 1975’te bu ayaklanmayı bastırdıktan sonra yönetimini sağlamlaştırma yönünde adımlar atarak geniş çaplı bir modernleştirme programına girişti.
1964’te petrolün bulunması ve 1967’de üretime geçilmesiyle Umman da kısa zamanda refah seviyesini artırdı.
Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler’e 1971’de katılan Umman, 1981’de de Körfez İşbirliği Konseyi’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı. ABD ile sıkı ilişkilerin yanı sıra ılımlı Arap devletleriyle yakınlaşmaya girerek Umman’ı dış dünyaya açılmasını sağlayan Kabus yönetimi, İran-Irak Savaşı boyunca tarafsızlık politikası izledi. Körfez Savaşı sırasında belirgin bir rol oynamamasına karşın, üslerini batılı güçlere açmayı kabul etti. 1992’de Yemen’le imzaladığı anlaşmayla bu ülkeyle yaşadığı 25 yıllık sınır sorununa son verdi.
1.8 milyonunu yabancıların oluşturduğu Umman Sultanlığı’nın nüfusu 4 milyon civarındadır.
Kişi başı 44 bin dolar olmak üzere yıllık 163 milyar dolar gelire sahiptir.
Umman, yıllık 5.5 milyon varil petrol üretimiyle dünya sıralamasında 25. sırada yer almaktadır.
Umman aynı zamanda yıllık 24 milyar metreküp üretimiyle toplam 850 milyar metreküp doğal gaz rezervine sahiptir.
Umman Sultanlığı’nda bulunan yabancıların çoğunluğunu başta Hindistan olmak üzere Güneydoğu Asya ülkeleri oluşturmaktadır.
SUUDİ ARABİSTAN
Coğrafik olarak, 2.149.690 km kareyle Arap yarımadasının en büyüğü olan Suudi Arabistan, yaklaşık 30 milyon nüfusla da bölgenin en kalabalık ülkesidir.
Suudi Arabistan, ekonomik olarak da hem bölgenin hem de dünyanın sayılı ekonomilerindendir. 928 milyar dolar yıllık geliri ve 31 bin dolar kişi başına düşen yıllık hasılayla aynı zamanda Ortadoğu’nun güçlü ekonomisini oluşturur.
Ekonomisi daha çok yıllık petrol üretimiyle doğrudan orantılı olan Suudi Arabistan, dünyanın en çok petrol rezervine sahip ve aynı zamanda petrol üreten ülkeleri arasında ilk sıralarda gelir.
16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetine giren bölge, 1.Dünya Savaşı sonunda 1918’de resmen Osmanlı Devleti’nin elinden çıkmıştır. Mekke Şerifi Hüseyin’in büyük Arap Dünyası hilafeti düşüyle İngilizlerle işbirliği yapıp Osmanlı Devletine ihanet etmesiyle bölgede güç kaybeden Osmanlı Devleti, 1. Dünya Savaşı sonunda bölgeden tamamen çekilmek zorunda kalmıştır.
Osmanlı Devleti’nin bölgeden çekilmesiyle Şerif Hüseyin’in Osmanlıya karşı isyanına katılmayan İbni Suud, bölgede hakimiyetini pekiştirmiş ve 1932’de Suudi Arabistan Krallığını kurmuştur.
1936’da petrol bulunmasına kadar ekonomisi Mekke ve Medine’yi ziyarete gelen hacılara ve hurma dışsatımına bağımlı olan Suudi Arabistan’ın, bu gelirleri günümüzde de sürmekle birlikte, ekonomisinin temeli petrole dayanır. Hükümet, petrolden elde edilen gelirleri Suudi Arabistan’ı çok çeşitli bir sanayi ülkesine dönüştürmek için gerekli altyapıyı oluşturmak için kullanmıştır. Ham petrol ve petrol ürünlerinin, devlet gelirlerinin %90’dan çoğunu oluşturduğu ülkede, petrolün büyük bölümünü çıkaran ARAMCO şirketinde Suudi ailesinin payı 1973’te %25 iken, 1974’te %60’a, 1980’de de %100’e yükselmiştir.
Basra Körfezi kıyısındaki Jubail ve Kızıldeniz kıyısındaki Yanbu’da kurulan yeni ve büyük sanayi merkezlerinde, enerji kaynağı olarak petrol yataklarından boruyla getirilen doğalgaz kullanılmaktadır. Petrol yatakları, petro-kimya sanayisi ve yapay gübre üretimi gibi sanayi kollarının yanı sıra demir-çelik sanayisi, çimento sanayisi, besin sanayisi, vb. dallar hızla gelişmektedir.
Tarım alanında, hükümet, besin ürünleri alanında dışsatıma bağımlılığı azaltmak için, tarım üretimini desteklemektedir. Yakın dönemde balıkçılık da gelişmeye başlamıştır.
Diğer sanayi dallarında gelişme gösterse de Suudi Arabistan’ın gelirinin hala %75’i petroldür.
Petrolün üretiminden sonra Suudi Arabistan’da özellikle 1950’lerden itibaren hızlı bir nüfus artışı olmuştur. 30 milyona yakın nüfusun 8 milyonu yabancılardan oluşur. Yabancıların vatandaşlık hakları yoktur.
Ülkede diğer körfez ülkelerine benzer idari yapı yapı hakimdir.
RANTİYE DEVLETLERİN ORTAK ÖZELLİKLERİ
Yukarıda kısaca bahsettiğimiz Rantiye Devletlerin sınırları ayrı olsa da petrol üretimi dışında da bir çok ortak özellikleri mevcuttur.
- Körfez Rantiye Devletleri 20. Yüzyıldan itibaren İngiliz etkisine girmiş ve çoğu 1970’lerin başında göreceli bağımsız olmuşlardır.
- Körfez Rantiye Devletleri Monarşik bir yönetime sahip olup babadan oğula geçen bir sistemle yönetilirler. Ancak zaman zaman saray içi, babanın oğula yaptığı darbelere de şahit oluruz.
- Körfez Rantiye Devletleri yüzyıldan fazladır İngilizlerle ve sonra da ABD ekseninde hareket etmektedirler.
- Körfez Rantiye Devletleri, OPEC üyesidir.
- Körfez Rantiye Devletleri, başat ekonomisi petrol ve doğalgaza dayanır.
- Körfez Rantiye Devleri, uzun yıllar İngilizlerin etkisinde olmalarından dolayı daha çok İngilizlerin sömürge devletlerinden iş gücünü sağlamıştır.
- Körfez Rantiye Devletlerinin önemli danışmanlarının çoğu Amerikan-İngiliz danışmanlar ya da onlarla işbirliği yapan diğer Arap ülkelerinden bürokratlar oluşturur.
- Körfez Rantiye Devletler, İslam konferansı örgütü üyesi olmalarına rağmen başta Filistin olmak üzere İslam Dünyasının sorunlarına duyarsız davranmaktadırlar.
- Körfez Rantiye Devletlerin yabancı işci çalıştırma, vatandaşlık hakları ve genel sosyal haklar konusunda birbirine çok benzer olup sanki aynı elden bir sistem oluşturulmuş gibidir.
- Körfez Rantiye Devletler, Arab Baharından çok korkmakla birlikte kendi ülkelerinde sistemin bozulmaması için Mısır gibi yeniden darbe yapılan ülkelere yüklü miktarda yardım yapmışlardır.
- Körfez Rantiye Devletler, hemen yanı başlarında meydana gelen Suriye iç savaşından mağdur olan milyonlarca Suriyelinin dramına seyirci kalmış ve ülkelerinin sistemi bozulmaması için Arap olmasına rağmen hiçbir şekilde Suriyeli mülteciler sorununa eğilmemişlerdir.
- Körfez Rantiye Devletler, ABD ve Avrupa’nın aynı zamanda çok karla sattıkları silah müşterileridir.
Görüldüğü gibi Körfez Rantiye Devletleri’nin daha çoğaltılabilir bir çok ortak noktası mevcuttur. İngilizlerin yardımıyla kurdukları küçük dünyalarında mutlu yaşayan bu rantiye devletlerin yöneticileri, kendi ülkelerinde demokrasi uygulamamalarına rağmen Batı’nın sevimli ülkeleri listesinde ilk sıralarda yer almaktadırlar.
Yatı sığmadığı için Barselona limanını, milyon dolar hibe ederek genişleten bu rantiye devletlerinin yöneticileri yanıbaşlarında mazlumların seslerini duymaktan çok uzaktalar.
Ancak mültecilerle ilgili tüm suçu, bu rantiye devletlerine atmaktan ziyade, bu devletlerin yönetim sistemindeki olası bozulmayla, bu devletlerin sistemini oluşturan İngilizlerin, rahatının kaçacağını gözardı etmemek gerekir.
Notlar
* “The Pattern and Problems of Economic Development in Rentier States: The Case of Iran”, in Studies in the Economic History of the Middle East , ed. M.A. Cook (Oxford University Press, Oxford 1970)
** The Rentier State in the Arab World, Arab Studies Quarterly,1987.
***Revenues, State Formation, and The Quality of Governance In Developing Countries”, Mick Moore, International Political Science Review (Vol. 25–3), s.306-308.